30 Ocak, 2009

Tutku Nedir? ~ "Appassionata"


  TDK: (isim) - İrade ve yargıları aşan güçlü bir coşku, ihtiras.

  Aşağıdaki kaydı sadece ses dosyası olarak yazıya yerleştirmememin nedeni, işitsel ve görsel olarak da kelimenin tanımını yapmaya çalışmamdandır. Eserden daha önce bahsetmiştim. Benim için önemli, hem de çok.

apPASSIONata…

 

Bağlantılar:

- Appassionata
.

29 Ocak, 2009

Secret’in Doğuşu – Dışarıda İlk Gün (Vimeo)


   Bir sene önce yollanmış bu video ve altında o zaman satılık olduğunu belirten bir bağlantı var. Bağlantıya tıkladığımda 1.5 yaşında ve hala satılık olduğunu gördüm. Neden kimse almıyor acaba Secret’i? Altta verdiğim bağlantıda; şu anki hali nedir, pazarlıkla en son kaça olur, çocuklarla anlaşır mı anlaşamaz mı gibi soruların cevabını bulabilirsiniz.


* Vimeo yazısına tıklayıp siteye giderek videoyu yüksek çözünürlükte izleyebilirsiniz.

   Bağlantılar:

- Satılık At İlanı

.

Beş Lira

 

   Yazının sonunda sizden beş lira isteyeceğim, eğer aradaki kelamları okumaktan sıkılıyorsanız, son bölümdeki koyu yazılmış paragrafa atlayabilirsiniz.

   İnsanlık öldü, dünya durdu, yer-gök birbirine girdi, sözün bittiği yer…

   Ne kadar beylik sözler değil mi? Altı bin küsur yıldan beri bu kırımlar yaşanıyor ve muhtemelen bu süre zarfındaki her kırımda birileri bugünkü gibi çıkıp ağlayıp dövünerek, “insanlık tam bugün bitmiştir” deyip üzüntülerini dile getiriyorlar. Eğer insan ve -onun hem felsefi anlamda, hem de kıraathanelerde konuşulmasını sağlayan terimler- insanlık ve insaniyet, dedikleri nedenlerden dolayı son bulduysa zaten hiç var olmadığı çok açıktır.

   Çiçekler açıyor durmadan
   Savaşlar oluyor
   Her şey nasıl bitebilir bir bombayla? *
                          

   Her şeyin bittiği yok. Ancak Tarkovski’nin de dediği gibi, insanlığın da öğrendiği bir şey yok. Hamasi söylevleri bir kenara bırakarak, zor durumda olan birilerine –insanlık görevi, vicdani rahatlama gibi nedenlerden dolayı değil- sadece zor durumda oldukları için yardım etmeli böyle durumlarda. Eğer araya başka düşünceler girerse; din kardeşliği, insani dayanışma, insanlık görevi vs. gibi, yardımınıza ihtiyaçları yoktur o zaman insanların, emin olun. Yardım edin ve başka bir şey düşünmeyin. Üzülüp edebi laflar etmeye çalışmayın onlar hakkında.

  
   X vakfı sizi çağırıyor, Y kuruluşu vasıtasıyla el ele verip onlara yardım edelim” gibi yararsız yardım önerilerinde bulunmayacağım. Cep telefonunuzu elinize alın. Bekliyorum haydi… Aldınız mı? Şimdi 2868’e boş bir mesaj yollayın. Bitti. 5 Liralık bir yardım yaptınız GAZZE’ye Kızılay vasıtasıyla. Gidecek tırlardan biri 5 milyon lira değerinde yardım içeriyordu muhtemelen ve sizin sayenizde 5 liralık bir artış oldu. İsterseniz birkaç boş mesaj daha yollayın. Mesajı yolladıktan sonra bir “oh!” çekmeyin. Bir rahatlama olmasın içinizde. Yardım ettiniz sadece, kendiniz için değil onlar için yaptınız.

   * Ataol Behramoğlu – Bir Gün Mutlaka.


kızılay


   Bağlantılar:

- Kızılay

25 Ocak, 2009

Belleville Rendez-vous ve Attila Marcel


   Belleville’de Randevu isimli animasyondan ve müziklerinin güzelliğinden bahsetmiştim daha önce buradaki yazıda. Filmde kullanılan Jazzy Bach isimli parçayla ilgili de bir yazı yazmıştım bir vakit.  Bu filmin müziklerine takıntı derecesinde bağlılığım var sanırım.

   Videodaki canlı performansta gitar çalan kişi, Ben Charest. İlk yazıda da bahsettiğim gibi filmin müziklerinde imzası olan adam o. Müziklere sesiyle eşlik eden kadının ismi ise Béatrice Bonifassi. Bu müzikler için sesten daha güzel bir tercih olamazdı sanırım. Kontrbasta ise, Tango ve Cash filminden aşina olduğumuz, Tango var.

   İlk parçanın ismi Belleville Rendez-vous. İkinci parça ise albümdeki favorilerimden biri olan Attila Marcel.

.

23 Ocak, 2009

İkinci Yeni


“Bir şiirin ‘doğrudan’ halka hitap etmemesi, ‘doğrudan’ halkı gıdıklamaması, kullandığı kendine özgü yöntemler yüzünden kolay kolay anlaşılamaması, kendini kolay kolay vermemesi, işe toplumsal açıdan bakanların bile ‘faydasız şiir’ yargısına varabilmesi için bir ölçü olamaz. Şiir elbette toplumun birtakım verileriyle kurulur. Ama toplumun dahi insancıl bir yönü olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Bu şiirin ‘sosyalizma’dan bir ‘metresi’ olmasa bile, toplumumuza toplum sorunları yönünden de yararlı olabileceğine inanıyorum"

Ece Ayhan


Mut(suz)

Kim istemez mutlu olmayı
Ama mutsuzluğa da var mısın?

Cemal Süreya

Çıt

Çıt
der
ölüm

çıt

avluya düşen gölge
             İlhan Berk

Şiir ve Kadavra

1. Perşömen kağıtlar okunduğunda, kıvrıktırlar; şiirin ve
2. kadavranın içi açılmamıştır, insan insanın hiç.

Ece Ayhan
Bağlantılar:

- İkinci Yeni
- İlgili Yazılar 1


.

21 Ocak, 2009

Birinci Yeni


   Garip

BAŞ AĞRISI
(II)

Şimdi evime girsem bile
Biraz sonra çıkabilirim
Mademki bu esvaplarla ayakkaplar benim
Ve mademki sokaklar kimsenin değil.

                                      Orhan Veli

BARDAK

İsterim tutsak bardağımın gizini, Parçalanmaz gölgesini evrenin,
Yeni doğmuş hoyrat söğüdün erincini.
Gömülmüş sözüm ben dirilmiş.

                              Melih Cevdet

YALANCI DOLMA

Şu zeytinyağlı dolma
Yemek değil rezalet
Rezalet rezalet.
Hürriyet müsavat adalet

                  Oktay Rıfat



  
İşin içinde siyasi hesapların bulunduğu, sosyalizme karşı ısmarlama bir akım olduğu söylense de, Garip önemlidir. Orhan Veli ile başlamış, onunla bitmiştir. Kurallara, ölçülere ve kalıplara bir itirazdır.

   Şu anda monitörden başınızı çevirin ve bulunduğunuz odadaki herhangi bir eşyaya bakın.  İşte onunla ilgili şiir yazabilme özgürlüğüdür Garip. Biraz da Nazım’a tepkidir…

   Bağlantılar:

- Garip Akımı

.

19 Ocak, 2009

Anekdot

 

       Tıkla

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 




                                          Copyright@Getty Images

 

   Kendi veya ailesi kanlar içinde yerde yatarken yüzüne bakıp, "yazık ya" diyerek insani görevimizi yaptığımızı zannettiğimiz, esmer Arap çocuklarına da benzemiyor bu çocuk. Buralı gibi, kardeşiniz gibi. Bakkalın, kasabın, Melahat teyzenin, alt komşunun çocuğu gibi değil mi aynı?

   Her gün sokakta top oynayıp, ara sıra diğer çocuklara dayılanan çocuktur bu. Diğerleri dombili diye bağırır arkasından sürekli. Sen ona uyma evladım diye uyarırsınız kendi çocuğunuzu, size bu çocuğu şikayet ederken evladınız. Kocaman kıçı vardır bunun. Futbol oynarken diğer çocuklar kadar hızlı koşamasa da, onları itip kakarak açığını kapatır. Saklambaç oynarken illa ki bir bokluk çıkarır oyunun bir yerinde. Basketbol oynayalım dersiniz. Kuralları bilmez. Top sektirmekten anlamaz, hatalı yürüme yapar hep. Birinin annesi yiyecek bir şeyler gönderir sokağa, en çok bu çocuk yer. Küfür de eder bu çocuk. Nereden öğrendiyse bu yaşta? Bazen ortak bir şeyler yaptığınızda bu çocuğun dahil olmaması için kulis bile yaparsınız. Ama büyükler hep makas alır yanağından. Dombilidir ama tatlıdır. Büyükler sever bunu. Ayrıca … ? Sıkıldınız mı?

   Tamam tamam, uzatmayayım itiraf ediyorum. Yukarıda tasvir ettiğim, fotoğraftaki çocuk değildi. Çünkü babası savaşta ölmüştü daha önce fotoğraftakinin. Hanginizin babası savaşta öldü ki? Hem siz hiç Melahat teyzenin bombalanarak öldürüldüğünü gördünüz mü? Demek ki bu çocuğunun bahsettiğim çocukla gerçekten ilgisi yok.

   Çocukken ne kadar sinirlenseniz de; yapılanları hep unutmuşsunuzdur, affetmişsinizdir muhtemelen. Hoşgörü sahibisiniz ya.

   Ama...

   Onun için intikam zamanı.


   Bağlantılar:

- Mahmoud Shuairi

- Getty Images

.

Bir Şey


   Evimin altındaki büfeden –her hafta istediğim dergileri getirdiği için- “bu sefer X ver, Y 'yi bir dahakine alırım” diyerek alışveriş yaparım. Bu hafta gittiğimde kasada başka biri olduğu için, teker teker sormak zorunda kaldım “Evrensel Kültür var mı? Türk Edebiyatı var mı?” vs. diye. Başlarda hepsine “Yok ağabey o, o da yok, o hiç yok” diyerek cevap verirken kasadaki, sanırım sıkıldı ve “abi vallahi şu rafta ne varsa var, ben de bilmiyom!” diyerek tokat gibi çarptı suratıma içindekileri. Ben de ne var ne yok diye kurcalamaya başladım dergileri. Hiçbir istediğimi bulamayınca da, daha önce hakkında atıp tuttuğum Sözcükler dergisini almak zorunda kaldım.

   Yine Nazım Hikmet ile ilgili bilinmeyen belgeleri yayımladıklarını yazıyordu derginin ilk sayfasında. Bana mı denk geldi yoksa ellerinde bir sürü şey var onunla ilgili ve farklı zamanlarda, ilgi çekmek için bunları mı basıyorlar bilmiyorum (önceki yayımladıkları da Piraye’nin arşivindendi çünkü). Bunlardan birincisi Cahit Sıtkı Tarancı’nın Nazım’a yolladığı şiir ve Nazım’ın ona cevabı. İkincisi ise Nazım Hikmet’in üç vasiyeti ve Aziz Nesin’in bunların hangisinde geçerli olacağındaki etkisi.

   Ben burada Cahit Sıtkı’nın Nazım Hikmet’e adadığı ve –Nazım Bursa Cezaevindeyken- bir dost vasıtasıyla ilettiği şiirini ve Nazım Hikmet’in ona (biraz da kullandığı tabirlere sinirlenerek) cevaben yazdığı Yatar Bursa Kalesinde adlı şiirin bağlantısını paylaşmak istiyorum. Sözcükler’e de teşekkür ederim, taksit taksit de olsa bunları bize ulaştırdığı için.

Bir Şey

Bir şey ki hava gibi ekmek gibi su gibi
lazım insana lazım onsuz yaşanmıyor
ana gibi dost gibi yavuklu gibi
kalb titremeden göz yaşarmadan anılmıyor

Bir şey ki gözümüzde memleket kadar aziz
aşkettiğimiz kendimize dert ettiğimiz
adını çocuklarımıza bellettiğimiz
bir şey ki artık hasretine dayanılmıyor

                  II

Bir şey daha var yürekler acısı
utandırır insanı düşündürür
öylesine başka bir kalp ağrısı
alır beni ta Bursaya götürür

Yeşil Bursada konuk bir garip kuş
otur denmiş oracıkda oturmuş
ta yüreğinden bir türkü tutturmuş
ne güzel şey dünyada hür olmak hür

Benerci,Jokond,Varanüç   Bedrettin
Hey kahbe felek e oyunlar ettin
en yavuz evladı bu memleketin
Nazım ağbey hapislerde çürür.

                          Cahit Sıtkı Tarancı

Not: Daktiloda yazıldığı haliyle geçirdim şiiri buraya.


   Bağlantılar:

- Yatar Bursa Kalesinde

- Sözcükler

.

Bursa Kalesi


   bursa2


   Bağlantılar:

- Resmin Kaynağı

.

15 Ocak, 2009

Pasaj

   
   Her şeyi değiştiren kitaptan bir alıntı... İki bin bir yılında böylece kaydetmişim  defterlerimden birine.

   “Kendi evimde kitap okuyarak zaman geçiriyordum. Böylelikle içimde yükselen duyguları bastırmaya çalışıyordum. Sadece okuyor ve yararlanıyorduk. Kitaplardan zevkler coşkular acılar alıyordum. Bazen bıkıyordum. Doğal olarak hareket etme gereksinimi duyuyordum. Bir şeyler yapmak isteğiyle, gözlerden uzak, karanlık, çirkin, koyu bir (hatta hovardalık bile denilemeyecek) hovardalık özentisine kapılıp gidiyordum.

---

   Çevremde saygı duyulabilecek, beni kendisine çekebilecek bir uğraş bulamıyordum. Okumaktan başka yapacak iş bilmediğim gibi, gidecek bir yerim de yoktu.

---

   Hovardalıklarımı geceleri, tek başıma, gizliden gizliye korkarak utanarak gerçekleştiriyordum. İçimde eksik olmayan peşimi hiç bırakmaya utanç duygusu, en kötü anlarda lanetlemeye dönüşüyor ve beni eziyordu. O zaman bile ruhumda bir yeraltı vardı.”

                                                                                           Yeraltından Notlar – 2001

.

12 Ocak, 2009

1 Numaralı Balat


   Bir arkadaşım Piyanist isimli filmdeki bir sahnede çalınan eseri sordu bana dün. Filmi izlemediğimi söylediğimde ısrar edince, aradığı şeyi üşenerek de olsa bulmak zorunda kaldım.

   Efsanevi diyaloğumuza, benim tarafımdan sorulan “Nasıl bir parçaydı?” sorusuyla başladık. Cevabı şu oldu: “Şöyle başlıyor bak. Dınn.. Nın nın.. Nın nın nın..”. Tahmin ettiğiniz gibi çok yardımcı oldu bulmama. O hala “şöyleydi, böyleydi” diye kıvranırken, video paylaşım sitelerine girerek arattım birkaç kelimeyle filmi. İlk denememde başarılı oldum. Bulmak için kendini paraladığı eser bir Chopin balatıydı. Asıl yıkıldığım an, bu parçayı neden kudurmuş gibi aradığını sorduğumda verdiği cevaba tekabül ettiği saniyelerdi.

   “Kız arkadaşım ilk defa bize gelecek de, liste yapıyorum. Arkada güzel şeyler çalsın…”

   Arka diye tabir ettiği yerin tam olarak nereye denk düştüğünü anlayamamamı bir kenara bırakıyorum, kullanılıp atılmak ne kadar kötü bir duyguymuş. Öküz ölüp ortaklık bozulunca, diyaloğumuz da sona erdi tabii.

   Daha sonra filmden bulduğum (aşağıda bağlantıları kısmına eklediğim) bölümü merak edip izledim on dakika boyunca. Sorum şu: “Bir sanat eserinin sizi etkilemesi için, icra eden kişinin karizması, güzelliği, hali, duruşu ne kadar önemlidir?”. Yahut filmdeki gibi acı verici ve insanların zayıf noktalarından yakalayacak ambiyanslar yaratıldığında insanın daha çok etkilemesinin nedeni, aslında o eserin kendisinin derinliğiyle yeterince ilgilenmediğinden olabilir mi? Bağlantılar bölümünde verdiğim, filmdeki sahne mi yoksa aşağıdaki videodaki müzik mi daha çok etkiler sizi? Daha da açık konuşacak olursam, videodaki kel, zayıf, durmadan burnu akan, kısa boylu, çarpık bacaklı adam… Gözlerinizi kapatarak dinler misiniz? 


  Bağlantılar:

- The Pianist  (Ulaşamıyorsanız buradaki adres bölümüne bağlantıyı kopyalayabilirsiniz.)

.

10 Ocak, 2009

Takalar


   Birçok kez şarkı formatında seslendirilmiştir Bülent Ecevit’in Takalar şiiri. Benim ilgi duyduğum ise, Senem Diyici’nin Takalar isimli albümündeki hali. Şarkının tamamını değil ama, Bülent Ecevit’in kendi şiirini okuduğu bölümünü paylaşacağım sizinle.



 

Not: Senem Diyici ismindeki bu güzel kadın ile ilgili uzun bir yazı yazacağım bir vakit.

.

07 Ocak, 2009

Flying



Thrown from the 31st floor in lower Manhattan

.

04 Ocak, 2009

Dunav


dunav   Balkanlara karşı yoğun bir sempatim olduğu için, Bulgaristan doğumlu bir Türk arkadaşım dunav.org.il adresini tavsiye etti. İsmini Tuna’ nın Sırpça’sı Dunav’dan alan site, Balkan müzik ve danslarını paylaşım yeri olarak tanıtılmış kurucuları tarafından. Müzik, video, danslar, bölgeler, haritalar, kostümler gibi bölümler içeren Dunav.org, bu bölümlerden birine girdiğinizde Arnavut, Makedon, Macar, Sırp, Türk vb. alt başlıklara bağlantı veriyor. Ayrıca bazı şarkıların sözleri ve notaları da bulunuyor sitede.

   Çok detaylı olmasa bile Balkanların her bölgesi için özet sayılabilecek nitelikte bilgi,resim ve video içeren, özellikle Makedon ve Yunan şarkılarının ilgimi çektiği bu eğlenceli sitedeki diğer şarkılar gibi indirmeden dinleyebileceğiniz Heyamo (Lazca) türküsünün bağlantısını verip köşeme çekiliyorum.

   Heyamo


   Bağlantılar:

- Dunav

Balloons


    Bir adamının yüzünün insana verdiği güvenden doğan huzuru değişebileceğim pek bir şey yoktu çocukken. Hala yok.

Site: 1x.com

Sanatçı: Prateek Dubey


Balloons - 1x.com 

 

02 Ocak, 2009

Haiku


   “Haiku, toplam on yedi hece ve üç dizeden oluşan, Japon edebiyatına ait bir şiir türüdür. Mısralar sırayla beş-yedi-beş adet (toplam on yedi) heceden oluşur.”

   Tarafımdan yapılan bu sıradışı! haiku tanımını bir kenara bırakıp, daha önce yazdığı şeylerin aslında haiku örnekleri olduğunu sonradan anlayan Oruç Aruoba’nın tanımına göz atarsak:

   “Belki, çekici olan, sınırlandırılmışlıktı: "Pekâlâ, söyle bakalım ne söyleyeceksen; ama yalnızca onyedi
nefesin var - ona göre!.." gibi bir kısıt, sanki rahatlatıcıydı bile: Yalnızca "söyle, hızla; ve geç..." gibi
bir anlamda da değil -imbiklemek gibi birşey: "Özü bul -çok söyleme: tam yeterince..." gibi...”

   "Anlık bir anlam; gözüküp geçiveren bir görünüm - göze çarpıveren bir kavrama - daracık kavrama aralığından görülüveren kocaman dünya... Geçiciliğin kalıcılığı - kalıcı bir geçicilik..”

  
Aruoba’yı da bir kenara bırakıp Haiku’nun üstadı sayılan Matsuo Bashō’dan birkaç örnek vermek yerinde olacaktır yazının sonlarına doğru:

   *  Bu atalet nedir?
       Bugün beni zor uyandırdılar…
       İlkbahar yağmuru kulaklarda çınlıyor.

   *  Yağışını
       birlikte seyrettiğimiz kar
       bu yıl yine yağdı mı?

   *  Çatıları örtmek için kamışlar kesildi
       Unutulmuş otların üstüne
       Sessizce düşen karlar.

   Sonuç:

   “Bu dizeleri bu denli güzel kılan, sonsuzluğa karışmadan önce yakalanabilen anın tekrarlanamazlığıdır.”
                                                                                  
Andrey Tarkovski


   Bağlantılar:

Matsuo Bashō

.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Web Analytics