26 Eylül, 2008

L’ art


Taze sıçanotu lekelemiş yumurta beyazı kumaşı,
Ezilmiş çilekler! Buyur, gözlerimize ziyafet çekelim.

.
                                         Ezra Pound
                                         Çeviri: Tuğrul Asi Balkar

   Bağlantılar:

- L’art

.

22 Eylül, 2008

Ondine


   Maurice Ravel tarafından, Aloysius Bertrand isimli şairin bir derlemesinden yola çıkılarak yazılan ve varolan en zor solo piyano eserlerinden biri olan "Gaspard de la nuit", üç bölümden oluşuyor. Bunlardan ilkinin ismi Ondine, diğerleri sırasıyla Le Gibet ve Scarbo.

   Ondine mitolojide su perisi olarak geçiyor. Şiirde de perinin, kendini görmeye gelen kişileri cezbederek onları ülkesine götürmeye çalışmasından bahsediliyor.

   Aşağıdaki ses kaydı, Gaspard de la nuit' in ilk bölümü olan Ondine' nin Marta Argerich isimli dünya güzeli kadın tarafından çalınmış versiyonu. Onun kaydını koymamın sebebi eserin en iyi yorumlardan birinin onun tarafından icra edilmesi tabii ki, güzel olması değil. Soldaki butona basarak dinlemeye başlayabilirsiniz Argerich' i.

   İnsan gözlerini kapayıp, hikayesini de biraz düşünerek dinleyince Ondine' yi, ne kadar güzel tarif edildiğini anlıyor Ravel tarafından o deniz altındaki dünyanın. Kaydın altındaki resim ise, benim bu yazıyı yazmaya karar verdikten sonra hemen aklıma gelen, çok sevdiğim "Hylas and the Nymphs".

   Martha Argerich - Ondine

 

John William Waterhouse - Hylas and the Nymphs 


“Ondine is an oneiric tale of a water fairy singing to seduce the observer and accompany her to visit her kingdom deep at the bottom of the lake in the triangle of water, fire and earth. It is reminiscent of the tinkling of the water in a stream, woven with cascades. This movement was intended to describe the water sprite in Aloysius Bertrand's poem, attempting to lure men into her domain." (wikipedia)


   Bağlantılar:

- Gaspard de la nuit

- Hylas and the Nymphs

.

19 Eylül, 2008

Delikanlı


   Terentyev
*  “18 yaşımda beni sokağa atıvermelerini istiyordum canı gönülden. Evsiz, işsiz, bir lokma ekmeksiz, akrabasız, bu kocaman kente tek bir tanıdığım olmadan, ezilmiş durumda, ama sağlığımı yerinde bıraksınlar.”

Dostoyevski
(Budala sf=> 69)
Cilt:2
(2002)

  Yukarıdaki satırları ajandalarımdan birinin dokuz eylül tarihli sayfasına aynen bu şekilde not ettiğimde ben de on sekiz yaşımdaymışım, iki bin iki yılında. Hatırlıyorum, o zamanlar bütün içtenliğimle ben de aynı şeyleri hissediyordum. Bir yerlere ait olmadan yaşamaya başlayınca aynı şeyleri hissedememek ne kötü…

  Günün büyük bölümünü okumaya ayırıyordum o yaşlarımda. Sınırlarım yoktu. Zihnim –şimdi hissetmediğim kadar- berraktı. Budala’dan (H)İppolit Terentyev’dim ben. Kadın Budalası’ndan Pavel Pavloviç’tim.

  Ama en çok Dolgorukiy idim. Tüm benliğimle, iliklerime kadar öyleydim. Dünyada bir “delikanlı” varsa, o bendim. Belki eskiden yazdığım birçok şey geçerli değil artık. Ancak ben hala Dolgorukiy’im. Aşağıdaki ve benzeri birçok cümleyi aynı kitaptan defterime not ettikten sonra, hayat hiçbir zaman eskisi gibi olmadı benim için.


***
  “Küçük önemsiz şeylerde küçüğümdür ama, büyüklerde böyle değilim. Küçük sabırsızlıklara çoğunlukla gücüm yetmez. Oysa büyüklerine her zaman yetmiştir. Sabahları daha işe gitmeden annem sabah kahvemi önüme biraz ılık getirse köpürüyor, ağzımı bozuyorum. Öte yandan, bir ay midesine kuru ekmek ve sudan başka bir şey gitmeyen de benim.”
(sf=123)

   “Evet içe kapanığımdır. İnsanlardan kaçarım. Toplumdan çıkmayı sık sık isterim. Belki insanlara birtakım iyilikler ederdim bile, ama onlara iyilik etmemi gerektirecek bir nedenin olmadığını görürüm çoğunlukla.”
(sf=125)

   “Özellikle akşamları yorganımın altına girdiğimde çevremde dönüp dolaşan, konuşmalarıyla beni rahatsız eden insanlardan uzak, tam bir yalnızlık içinde kendime bambaşka bir dünya yaratmaya koyulduğum anlarda MUTLUYDUM.”
(sf=127)

   “… onların hiçbir zaman anlayamayacakları bir şeyde de ben haklıydım”
(sf=196)

   “… içinde ancak dönebileceğim bir köşe arıyordum ben…”
(sf=210)

   “… kişinin yöresindekileri eğlendirmek için duygularını ikide bir dışarı vurmasının ayıp olduğuna inanıyorum.”
(sf=271)

***  

.

16 Eylül, 2008

Monolog


(Bergman' ın Persona' sından, sinema tarihinin önemli monologlarından biri...)


monolog

  "Anladığımı düşünmüyor musun?

   Var olmayı boşyere hayal etmek. Öyleymiş gibi görünmemek, gerçekten olmak. Uyanık olduğun her an. Tetikte. Başkalarına karşı sen ile yalnızken ki sen arasındaki uçurum. Baş dönmesi ve sürekli açlık, açığa vurulmak için. İçinin görülmesi için... Hatta parçalara ayrılmak ve belki de tümüyle yok edilmek için. Sesin her tonu bir yalan, her davranış bir aldatmaca, her gülümseme aslında yüz ekşitme.

   İntihar etmek mi?
   Oh, hayır! Bu çok çirkin. Sen yapmazsın.

  
   Ama hareket etmeyi reddedebilirsin. Konuşmayı reddedebilirsin. O zaman en azından yalan söylemezsin. Böylece düşünceye dalıp, kendi içine kapanabilirsin. Artık rol yapmaz, herhangi bir maske takmaz ve yalancı davranışlarda bulunmamış olursun.

   Sen öyle sanırsın. Ama gerçek inatçıdır. Saklandığın yer su geçirmez değildir. Yaşam dışardan sızar içeri. Ve tepki vermek zorunda kalırsın. Hiç kimse de bunun gerçek olup olmadığını, sen içten misin yoksa yapmacık mısın diye sormaz. Bu soruların önemsendiği tek yer tiyatrodur. Hatta orada bile fark etmez.

   Seni anlıyorum, Elisabet. Kendini bırakmanı, hareketsiz kalmanı, hayali bir sistem içinde apatiye girmeni anlıyorum. Seni anlıyorum ve seni takdir ediyorum. Hevesin gecene, tüm ilgin bitinceye kadar bu rolü oynaman gerektiğini düşünüyorum.

   O an geldiğinde diğer rollerini bıraktığın gibi,

bunu da bırakırsın..."

.

13 Eylül, 2008

Le Roi des Poètes


   "Şairlerin kralı"  şeklinde bir başlık bayağı bir övgüden ibaret mi olurdu? Peki aynı başlığın Fransızca' sı neden aynı şeyi hissettirmiyor kişiye? Kelimelerin o dilde klişeler haline gelmesiyle ilgili bir konu muhtemelen. "Şairlerin kralı" ifadesi gerçekten yersiz duruyor.

   Başlıkta bahsedilen kişi, Charles Baudelaire. İfadenin sahibi ise Arthur Rimbaud. Şiir benim hayatıma Baudelaire ile girdi, şiirden ayrılmak zorunda kaldığımda elimde Les Fleurs du Mal olacak.

   Odama girebilen bir-iki kişinin görüp feyzalması için değil, kendim hiçbir zaman unutmayayım diye aşağıdaki tekstin çıktısını odamdaki ayna ve kapının arasına kıstırmıştım geçen sene, hala orada duruyor.


   Sarhoş Olun

"Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu. Chareles Baudelaire
Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.

Ama neyle?
Şarapla,
şiirle
ya da erdemle,
nasıl isterseniz.
Ama sarhoş olun.

Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; “Saat kaç?” deyin. Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz.”

                                                                                                     Paris Sıkıntısı - Charles Baudelaire
.

11 Eylül, 2008

İlk Buluşmalar


   Arseni Tarkovski' nin şiirleri benim için çok önemlidir. Çok geç yayımlandıkları için belki de, hak ettikleri değeri görmediklerini düşünürüm edebiyat dünyasında. Geç yayımlanmaları tabii ki tek başına bir şey ifade etmiyor olabilir ancak bu şairin oğlunun gelmiş geçmiş en büyük yönetmen olduğunu ve onun çıkışının da babasının şiirlerinin yayımlandığı dönemlere denk geldiğini düşünürsek, babanın oğlunun gölgesinde kalması biraz anlaşılır hale geliyor.

   Aşağıdaki video, Ayna filminden bir bölüm. Bulabildiğim altyazılar içinde en iyi çeviriye sahip olanını videoya gömdüm. Videoda Arseni Tarkovski'nin kendi sesinden İlk Buluşmalar adlı şiirini dinleyeceksiniz. Harika bir şiir gerçekten.

   Ayrıca lütfen şiirden sonraki, videonun bitiş kısmına kadar olan bölümü dikkatle izleyin. Yönetmenlerinin en büyüğünün en iyi filmlerinin birinden kusursuz sahneler. Ayna eşittir Tarkovski, Tarkovski eşittir Ayna demek benim için.



  

   Bağlantılar:

- İlk Buluşmalar

- First Meetings

- Wikipedia

.

05 Eylül, 2008

Amy, 2005


Site: File Magazine

 
Laura Noel

amy, 2005

01 Eylül, 2008

Yalın


   Şiiri okuyup, resme bakmadan önce (buna karar vermeniz önemli tabii), Tarkovski' nin Ayna' dan (Zerkalo) bahsederken eleştirdiği, insanların bu filmde simgeler araması gibi, her detaya bir anlam yükleme çabasını bir kenara bırakın.

   Aşağıdaki eserlerle birkaç dakikalığına sadece güzel oldukları için ilgilenin. Dizelerde ne denmek istediğini fazla irdelemeden ve şiiri sesli okuyarak, kadının etrafındaki objelere takılmayarak ve sadece gözlerinizi yüzeysel bir şekilde resmin üzerinde gezdirerek, sadece ilk bakışta size mutluluk vermesini sağlamaya çalışın.



GÖL ADASI

Ey Tanrım, ey Venüs, ey Mercury, hırsızların koruyucusu
Son günlerimde, n'olursun, bir küçük tütüncü dükkânı ver bana,

Küçük, parlak kutularım olsun
             tertemiz raflara dizilmiş
Yumuşak, kokulu tütünlerim de
Pırıl pırıl Virginia tütünü de
             serilmiş altına parlak, cam tezgâhımın

Bir terazi ver bana, çok yağlı olmasın,
Orospular da damlasın ara sıra
İki çift lâf etmeye, saçlarını düzeltmeye ya da.

Ey Tanrım, ey Venüs, ey Mercury, hırsızların koruyucusu,
Bir küçük tütüncü dükkânını ödünç ver bana,
             ya da hangi mesleğe yazarsan yaz
İnsana her zaman beyninin gerektiği
             bu kahrolası yazarlık mesleğinden başka.
                                                              Ezra Pound

THE TUB

1886 - The Tub 
Degas

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Web Analytics