26 Aralık, 2008

Kış Ritüelleri


  Bu memlekette kış nasıl geçer diye sorarlarsa, aşağıdaki videoda özetlendiği gibidir derim, özeti budur benim için. En azından tanık olduğum son yirmi beş yılı itibarıyla.

  Ve umarım hep böyle kalır.





Mutlu Seneler...


23 Aralık, 2008

Tren Geliyor


   “Bir Trenin La Ciotat İstasyonuna Varışı” (orijinali: “L'Arrivée d'un train en gare de La Ciotat”) sinemanın kurucuları sayılan Lumiére kardeşlerin bir filmi. 41 saniyelik bu film, -izleyicilerin üzerine doğru gelen- bir tren ve treni bekleyen insanlardan ibaret. Daha geniş bir açıklamayı Tarkovski’nin Mühürlenmiş Zaman isimli kitabından bir alıntı ile yapıp filmi göstermek istiyorum size.

   “Henüz hiçbirimiz, geçen yüzyılda gösterilen ve gösterilmesiyle birlikte her şeyi başlatan Tren Geliyor adlı dahiyane filmi unutmuş değiliz. Auguste Lumiére’in bu herkesçe bilinen filminin tek çevrilme sebebi, o günlerde keşfedilen film kamerası, şeridi ve gösterim aygıtıydı. Yarım dakikadan fazla sürmeyen bu şeritte, güneş ışığına boğulmuş bir istasyon, bir aşağı bir yukarı gezinen hanımefendiler ve beyefendiler ve nihayet dosdoğru kameranın üstüne gelen bir tren görülmektedir. Ve tren yaklaştıkça o günün seyircilerinin paniği daha da artmış, hatta yerlerinden fırlayıp salonu terk edenler bile olmuştu. Film sanatı işte o gün doğmuştur. Söz konusu olan yalnızca teknik bir olay ya da görünür dünyayı yansıtmanın yeni bir biçimi değildi. Hayır, orada o an, estetiğin yeni bir ilkesi doğmaktaydı.”

Andrey Tarkovski


L'Arrivée d'un Train à la Ciotat


   Bağlantılar:

- Wikipedia

- Youtube

- IMDB

.

22 Aralık, 2008

Göl Adası


Ey Tanrım, ey Venüs, ey Merkür, hırsızların koruyucusu
Son günlerimde, n'olursun, bir küçük tütüncü dükkanı ver bana,
Küçük, parlak kutularım olsun
             tertemiz raflara dizilmiş


Yumuşak, kokulu tütünlerim de
Pırıl pırıl Virginia tütünü de
             serilmiş altına parlak, cam tezgahımın


Bir terazi ver bana, çok yağlı olmasın,
Orospular da damlasın ara sıra
İki çift laf etmeye, saçlarını düzeltmeye ya da.


Ey Tanrım, ey Venüs, ey Merkür, hırsızların koruyucusu,
Bir küçük tütüncü dükkanını ödünç ver bana,
             ya da hangi mesleğe yazarsan yaz
İnsana her zaman beyninin gerektiği
             bu kahrolası yazarlık mesleğinden başka.

                                                                 Ezra Pound
                                                                 Çeviri: Ülkü Tamer
                                                                 Orijinali: The Lake Isle

   Bağlantılar:

- The Lake Isle

16 Aralık, 2008

Acı geçicidir, güzellik kalıcı…


Henri Matisse: “Auguste, why do you continue to paint when you are in such agony?”

Auguste Renoir: “The pain passes but the beauty remains.”


the theatre box - renoir
                        La Loge (The Theatre Box) – 1874
                               Pierre-Auguste Renoir
                                Tuval üzerine yağlıboya


   Bağlantılar:

- Çeviri

- Ibiblio

.

14 Aralık, 2008

Nazım Hikmet’ten David Oistrakh’a


   David Oistrakh, yaşamış en büyük keman virtüözlerinden biri, bence birincisidir. Nazım Hikmet’in, karısı Münevver Andaç’tan bahsettiği ve David Oistrakh’a ithafen yazdığı aşağıdaki şiirde, “Siz, kıskandığım biricik insansınız, üstat” diye bahsettiği bu büyük kemancı, gerçekten de kıskanılacak derecede kusursuz yeteneğe ve ruha sahip bir adamdır.

   Alt kısımdaki video ise, 18 Mart 1970 yılında Sviatoslav Richter ve David Oistrakh’ın Brahms’ın 3 numaralı D. minör sonatının (op. 108) ilk bölümünü icra ettikleri ve New York’ta gerçekleşen bir konserin kaydını içeriyor.

David Oystrah’a Mektubumdur

İstanbul'a gitmişiniz.
Konserinizdeymiş.
Çok bahtsız bir kadını bahtiyar etmişiniz.
Yağmura uzanan iki yeşil yaprak gibi gözleri bakmış parmaklarınıza.

Mektubunda: 'Unuttum herşeyi’, diyor.
Kahırlarından başka unutacak şeyi yok.
'Ağladım, 'diyor, 'ferahladım.'
'Dünya,' diyor, 'güzel, içim rahat.'

Siz, kıskandığım biricik insansınız, üstat.
                                                       Nazım Hikmet Ran
                                                       1 Temmuz 1957 – Balçik

.

More


  Dünya çapındaki festivallerde toplam dokuz ödül alan (Sundance dahil) ve Oscar adayı, 1998 yapımı bir animasyon More. Yönetmeni ve yazarı Mark Osborne.

  Altı dakikalık bu güzel film için yedi dakikalık bir yazı yazacağımı hissediyorum şu anda ve hemen yazıyı kesip filmi sizinle paylaşmak istiyorum. Müzik New Order’a ait, parçanın ismi Elegia. 
  

  Bağlantılar:

- IMDB

10 Aralık, 2008

Çocuklar, Atlıkarınca ve Su


Playpumps   Firefox eklentilerinin pek bilinmeyenlerinden bir tanesi Clipmarks. Bu eklentiyi araç çubuğundaki  Clipmarks butona basarak aktif hale getirdikten sonra; herhangi bir site üzerindeki istediğiniz bir metin, resim ya da videonun üzerine tıklayarak, bunları Clipmarks veritabanı üzerinde saklayabiliyorsunuz.

   Uzun zamandır neler kaydettiğime bakmamıştım. Sabahın köründe yapacak pek bir şey bulamadığım için hesabıma girip biraz zaman geçirmek istedim. Kaydettiğim videolardan biri dikkatimi çekti fakat tam olarak ne olduğunu hatırlayamadım. Şöyle diyordu:
Using A Merry Go Round to Pump Water”. Yani “Atlıkarınca kullanarak su çekmek”. Çok uzun süre önce kaydettiğim için ne olduğunu hatırlayamadığım bu videoya tıkladığımda, gülümseyerek hatırladım atlıkarıncaları.

   Ne anlama geldiğini, Wikipedia’dan alıntı yaparak açıklamaya başlayayım:

   “The PlayPump Water System uses the energy of children at play to operate a water pump. It is manufactured by the South African company Roundabout Outdoor. It operates in a similar way to a windmill-driven water pump.”

   “PlayPump Su Sistemi su pompalamak için, çocukların oyun oynarken ürettiği enerjiyi kullanır. Güney Afrikalı Roundabout Outdoor şirketi tarafından imal edilmiştir. Yeldeğirmenlerinin su pompalama yoluna benzer bir şekilde çalışır.”

   Kusursuz bir fikir değil mi? Ancak böyle bir şey nasıl olabilir? Youtube PlayPumps kanalından alıp Vimeo’ya yüklediğim bir video eşliğinde görelim. Video, National Geographic’in bu müthiş fikirle ilgili yaptığı programdan bir bölüm.

07 Aralık, 2008

Run Boy Run

 

   Onexposure.net sitesinden gelen bildirilerinden birinde farkettim aşağıdaki fotoğrafı. Sağ taraftaki tabelaları görmeden de, bu memleketin bir köşesi olduğu anlaşılıyor fotoğraftaki sokağın.

   Sitede üyeliğim olduğundan, bir yorum bıraktım aşağıdaki bölgenin neresi olduğunu öğrenmek için. Çalışmanın sahibi Özkan Akgül, buranın Bursa’nın Gölyazı köyü olduğunu iletti.

   Site: Onexposure

   Sanatçı: Özkan Algül

Run boy run by ozkanalgul.

03 Aralık, 2008

Iran: A nation of bloggers


   Çoğu görüntü Persepolis filminden alınmış olsa da, bir buçuk dakikalık bu mesaj değerinden bir şey kaybetmiyor. 

    Iranian blogs are the true voice of the next generation.
     They are nothing less than a revolution within the revolution.



*Sağ alttaki vimeo yazısına tıklayıp Vimeo.com a giderek, videoyu yüksek çözünürlükte izleyebilirsiniz...

Icon: Arturo Benedetti Michelangeli – The Master Pianist

 

DSC00920

  EMI’nın Icon serisinden daha önce bahsetmiştim. O serinin bir başka parçası, ‘Arturo Benedetti Michelangeli – The Master Pianist’ de elime geçti.

   Michelangeli, geçen yüzyılın en büyük İtalyan piyanistidir. Üç yaşında keman dersleri alarak müzik hayatına başlayan Michelangeli, çok kısa bir süre sonra kemanı bırakarak piyano dersleri almaya başladı. 19 yaşında, dönemin ünlü piyanistlerinden Alfred Cortot tarafından ‘yeni Liszt’ olarak takdim edilen piyanist, Rachmaninoff’ un 4 no. lu piyano konçertosu, Ravel’in sol major piyano konçertosu ve Schumann’ın Karnaval’ ındaki üstün performanslarıyla biliniyor daha çok.

   Bu mükemmeliyetçi piyanistin EMI etiketiyle piyasa sürülen kayıtlarını içeren 4 cd lik seti, hepsiburada.com sitesinden kargo ücreti ile beraber 40ytl ‘ye aldım. Hepsiburada.com bu seti, karton bir kutunun içine herhangi bir şekilde sabitlemeden koyup göndererek; ne sattığının hiç önemi olmadığını, sadece hesaplarına geçen paraya baktıklarını yine kanıtladı her defasında olduğu gibi. Başka bir şansınız olmayınca her defasında küfür ederek alışveriş yapmaya devam ediyorsunuz tabii ki böyle sitelerden.

   Yukarıda saydığım ünlü kayıtları da içeren, çok çeşitli bestecilerin eserlerinin bulunduğu bu seti edindiğime çok sevindim. Sıradaki hedef:

   Icon: Giuseppe Di Stefano – The Opera Singer


   Bağlantılar:

- Ürün

- İlgili Yazılar: 1

.

27 Kasım, 2008

İşte Lenin Böyle Bir Adamdı - Appassionata


lenin     İdeoloji, siyaset, politika ve devrim gibi kavramlar benim için bir şey ifade etmiyor. O yüzden Vladimir İlyiç Lenin’in benim hayatımda hiçbir yeri yok. Ama örneğin Lenin ismini ağızlarına sakız edenlerin kaçı için “Beethoven” ve “Appassionata” kelimeleri bir şeyler çağrıştırıyor, merak ediyorum. Bu eser onun için şu anlama geliyordu:

   "I know nothing more beautiful than the Appassionata and I could listen to it every day. Wonderful, immortal music. I always think, with perhaps a naive, childish pride, how can man create such wonders?"

   Appassionata’dan daha güzel bir şey bilmediğini söylüyor Lenin. Daha sonra kaydını burada vereceğim Beethoven’in sonat formundaki bu eseri Appassionata’yı duymamış olabilirsiniz, insanların şimdiki gibi eğitildiği bir ülkede bu çok normal. Ben sadece, devrimle ilgili bildikleri bütün kelimeleri sokaklarda avazı çıktığı kadar bağırarak sıralayan insanların, kendilerine bayrak edindiklerini söyledikleri insanlarla ne kadar ilgisiz, onlardan kopuk olduklarını küçücük bir örnekle belirtmek istedim.

*Alıntı TIME’nin sitesinden olduğu için, yazının başlığı da linkin başlığına atfen verildi.

   Bağlantılar:

- Such a Man (TIME)

- Appassionata

- Resmin kaynağı

.

25 Kasım, 2008

Nazım Hikmet’in bilinmeyenleri #2 – Sarı Seyfettin

Sarı Seyfettin


   İkinci haber yeni sayılır. Hikmet’ in 1940-1950 yılları arasında hapis yattığı Bursa Cezaevi’nde, Seyfettin Durmaz isimli bir hükümlünün portresini yaptığı ortaya çıktı bir iki ay önce.

   1942 yılında yapılan ve Güney Özkılınç isimli kişinin araştırmalarıyla gün yüzüne çıkan bu tuval üzerine yağlıboya tablo, Sarı Seyfettin’in kızının evinde duruyormuş senelerdir.

   “Memleketimden İnsan Manzaraları” isimli kitabında da bahsi geçen Sarı Seyfettin’e Nazım Hikmet’in, “Senin resmini yapacağım ve bu senin elinde ölümsüz bir eser olarak kalacak” dediği söyleniyor kızı ve torunları tarafından, her ne kadar bana inandırıcı gelmese de.

   Nazım Hikmet’in diğer resim, portre vb. çalışmalarının bazılarına oğlu Memet Fuat tarafından hazırlanan sitesinden ulaşılabilir. Sarı Seyfettin’in kitapta bahsi geçtiği bölüm ise şöyle:

... seyf
Eskişehirli arabacı Selim:
‘- Nafiledir Alaman’ın encamı’, diyordu,
‘nasıl olsa bir yerde devrilip kalacak.
Eli bıçaklı, vuran kıran adamın sonu
      Ya köpek ölümüdür, ya pezevenklik
                 Yahut da mahalle bekçiliği’.
İtiraz etti Sarı Seyfettin

            (Çerkez köyünün muhtarı):
‘- Bilemem Alamanları                             
Ama vurucu olan pezevenk olmaz’.
Arabacı Selim haykırdı adeta:
‘- Beter olur’.


* İkinci resim Radikal.com.tr’ den alıntıdır.


   Bağlantılar:

- Diğer El İşleri

- İlgili yazılar: 1

23 Kasım, 2008

The Pierrotters #2


Site: Chromasia

David J. Nightingale


The Pierrotters #2

.

19 Kasım, 2008

Nazım Hikmet’in bilinmeyenleri #1 - Dört Güvercin

dortguvercin

   Kardeşimin kitaplığından çaldığım Nazım Hikmet’in Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan eserlerinden bir tanesi –Yeni Şiirler (1951-1959)- Şiirler 6’ yı bir başından bir sonundan kurcalarken aklıma geldi bu ve bundan sonraki gönderide yazacaklarım.

  
   Sözcükler isminde, iki aylık bir edebiyat dergisi var. Bu senenin ocak ayında aylak aylak DSC00918kitapçıları dolaşırken dikkatimi çekti bu dergi ilk defa. Kapağında o sayıda yazı ve şiirleri yayımlanan kişileri listelemişlerdi. En üstte Nazım Hikmet vardı. Dergiyi elime alıp karıştırmaya başlamıştım. Dört Güvercin adında, daha önce hiç yayımlanmamış bir Nazım Hikmet şiiri yayımladıklarını söylüyorlardı. Hatta orijinal el yazısıyla olan halinin resmini basmışlardı. Yukarıda dediğim gibi başka bir kitabı okurken aklıma gelince bu hikaye, dergiyi evin içinde aramaya koyuldum. Kitaplarla dolu kolilerin içinde buldum sonunda aradığımı. Kendi çektiğim resimlerden sağ taraftaki, bahsettiğim kolilerin içinde bulduğum tozla yoğrulmuş dergi. Aşağıdaki ise derginin o sayısının ön sözünün bulunduğu sayfanın hemen solunda bulunan resim. Dört Güvercin ile ilgili ise şunlara yer vermiş editör ön sözde:

DSC00916

  “Merhaba,

   11. sayımız yeni bir yılın da başlangıcı. Yeni yılın ülkemiz ve insanlık için barış içinde geçmesi en büyük dileğimiz.

   Nazım Hikmet’in, 15 Ocak’ta 106. doğum yıldönümünü kutlanacak. Büyük ozanımızı hiç yayımlanmamış bir şiiriyle selamlıyoruz.

   Nazım Hikmet’in ilk kez yayımlanan bu şiirine, Yeşim ve Kenan Bengü’de bulunan Piraye Koleksiyonu arasında rastladık. Kapak sayfasında da görüldüğü gibi 1938’de şairin tutuklu olarak kaldığı İstanbul Tevfikhanesinde yazılmış. Şairin, tutukluluk günlerinde yazdığı “Dört Güvercin” adlı şiiri eşi Piraye’ye gönderdiği, olasılıkla bir kopyasının kendinde bulunmaması ya da unutkanlık nedeniyle sonradan düzenlediği kitaplarına alamadığı anlaşılıyor.

   Yine Piraye’den kalanlar arasında, Nazım Hikmet’in başlanıp yarıda kalmış üç ayrı yayımlanmamış romanı da ortaya çıktı. Bu ürünlerin de kısa sürede yayımlanacağını umuyoruz.”


   Tahmin edilebileceği üzere, ön sözünde bu kadar çok yazım hatası içeren bu derginin içeriğinin hayret verici düzeyde kaliteli olması beklenemez ki; bahsettiğim dönemde dergiyi okudukça içime fenalıklar gelmiş, sonunu getiremeden bir köşeye atmıştım. Bazılarının daha önce ismini bile duymadığım otuz-kırk tane şair ve yazarın eserlerini -iki aylık olması sebebiyle- bir sayıya sıkıştırırsanız, en sonunda okuyucu fenalıklar geçirip bayılabilir.

    Asıl konuya dönersek, işte Nazım Hikmet’in Piraye’ye yolladığı, geçen sene ilk defa yayımlanan o güzel şiir:

     Dört Güvercin

Geldi dört güvercin
    suda yıkanmak için.
Su mapushane yalağındaydı
ve güneş
    güvercinlerin
         gözünde, kanadında, kırmızı ayağındaydı.

girdi dört güvercin
    yıkanmak için
       suyun içine.
Ve kederli toprakta dört insan
   baktı dört güvercine.

Güvercinler hep beraber
   güneşi taşıyıp kırmızı ayaklarında
      uçabilirler.

Durdurmaz onları demir ve duvar
Güvercinlerin yumuşak kanatları var.
Ve kanatlar
Şimdi burda, şimdi damın üzerinde.
insanların kanatları yok
İnsanların kanatları yüreklerinde.

Dört güvercin
   güneşe varmak için
      yıkandı, uçtu sudan.


dortguvercin

.

17 Kasım, 2008

Milliyet? Sanat?


   Bugün odamda biriken eski dergilerden benim için bir şey ifade etmeyenlerini çöpe atmaya  karar verdiğimde gözüme Milliyet Sanat’ın bir sayısı çarptı. Derginin Mart-2006 sayısı. Kapağında “Klasik realist 400 yaşında: Rembrandt” yazıyordu büyük puntolarla. Milliyet Sanat gibi, hafif (içeriği bakımından) kelimesiyle ifade edilebilecek bir dergiyi neden sakladığımı anladım kapağı görünce. Rembrandt’ın bazı eserlerinden örnekler vardı içinde, ressamla ilgili bir yazıyla beraber. Ron Fricke’nin Baraka isimli belgeselini de vcd olarak vermiş o sayısında dergi.

   İki üç ay önce bir gazete bayiine gittiğimde elime alıp incelemiştim Milliyet Sanat’ı en son. Kapağında; gitarla poz vermiş (manken,şarkıcı olduğu belirtilen) bir kadın, “Cumhuriyet’in Ermeni ressamları” şeklinde saçma sapan bir başlık ve Murathan Mungan’la ilgili bir şeyler vardı. “Ne kötü” demiştim o zaman. “Eskiden de çok kaliteli sayılmazdı ama artık iyice saçmalamışlar!”. Sonra bu eski sayıyı biraz inceleyince düşündüm de, galiba çok şey değişmemiş. Elif Şafak, Garaj-Rock, Türk edebiyatının aykırı kadınları gibi harikulade konularla bezenmiş dergi iki sene önce de. Hiç olmazsa eskiden kaliteli filmler veriyorlardı. Artık galiba onu da vermiyorlar.

    “Tonlarca dergi basılıyor memlekette. Git diğerlerini al oku. Kimse kimseye zorla dergi aldırmıyor.”

   Yetmiş çeşit insanın ağzına bal çalıp para kazanmak, sanatsal bir şey olmasa gerek yine de. “Milliyet Sanatsal” olabilir, o başka.


Ek: Yukarıda bahsettiğim, Ağustos sayısıymış. Yazıyı yollamadan az önce merak edip buldum.

m.sanat
.

11 Kasım, 2008

Jazzy Bach

 

   Bir konservatuvara bitişik bir odada kaldığım için (dinlenme halindeyken davul sesiyle yerinden sıçramak gibi birkaç hoşnutsuz durum hariç) muhtelif enstrümanların güzel tınıları kulağıma geliyor gün içinde.

   Birkaç gün önce amaçsızca camdan dışarıya baktığım sırada bir melodiye dikkat kesildim. Çalan parça, benim de daha önce bu günlükte hakkında bir şeyler yazdığım müzikleri Benoît Charest tarafından yapılmış harika “Belleville’de Randevu” filminin soundtrack albümünde bulunan, J. S. Bach’ ın “İyi Düzenlenmiş Klavye (Das Wohltemperierte Klavier)” eserinin 1. defterindeki “C minor Prelude No.2” den yola çıkılarak, Mathiew Herkowitz ile beraber bestelenmiş versiyonu “Jazzy Bach” idi. Hemen konservatuvar binasına bakan diğer cama koştum. Ancak yirmi yaşına basmış olan zayıf ve solgun bakışlı bir kız, kesik kesik de olsa bu parçayı çalıyordu. Çok mutlu oldum.

Les Triplettes de Belleville – Jazzy Bach


   Aşağıdaki kayıt ise yukarıda bahsettiğim Das Wohltemperierte Klavier’de bulunan ve Sviatoslav Richter tarafından icra edilmiş olan, eserin orijinal versiyonu:

S. Richter – Prelude in C minor No.2


   İkisi de ne kadar muhteşem değil mi?


   Bağlantılar:

- İyi Düzenlenmiş Klavye

- Soundtrack

- İlgili Yazılar: 1

.

Bir Çiçek


Bir çiçek duruyordu, orada, bir yerde,
Bir yanlışı düzeltircesine açmış;
Gelmiş ta ağzımın kenarında
Konuşur durur.

Bir gemi bembeyaz teniyle açıklarda,
Güverteleri uçtan uca orman;
Aldım çiçeğimi şurama bastım,
Bastım ki yalnızlığımmış.

Bir başına arşınlıyor bir adam mavi treni
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

                    Cemal Süreya – Güz Bitiği

07 Kasım, 2008

Duş


“Duş”, Kübra Saygın, Super Sculpey.
duş 
İlk

Bağlantılar:

- İlgili yazılar: 1 2 3 4

.

03 Kasım, 2008

Icon: Sviatoslav Richter – The Master Pianist


   Google Reader’de zaman geçirirken, “Tüm bestelere ruhunu veren piyanist” isminde bir başlık dikkatimi çekti geçen hafta. Bu tarife uyan ve benim tanıdığım sadece bir tane piyanist vardı. “Haydi bakalım” deyip başlığa tıkladım, yanılmamışım:

Tüm bestelere ruhunu veren piyanist - KÜLTÜR-SANAT - Radikal İnternet_1225741829997 
Tüm bestelere ruhunu veren piyanist

sviatoslav 
   “Büyük Rus piyanist Sviatoslav Richter’in toplu kayıtları 14 CD halinde yayımlandı. Richter için Şostokoviç, ‘O, müzik sanatının tüm zorluklarının üstesinden gelir’ demişti.”


   Haberim yoktu bundan. Birkaç saniye içinde yazıya hızlıca göz gezdirip EMI’ nin Icon başlığıyla yayımladığı bir serisi olduğunu ve Richter için de bir set çıkardıklarını anladım. Akabinde  “icon sviatoslav richter” kelimelerini Google’nin Türkçe sayfalarında arattım. Sayfa karşıma gelene kadar geçen kısa sürede, sonuçlar arasında bu seti alabileceğim bir yerin çıkması için dua ettim. Evet vardı. Idefix.com’ da bu 14 cdlik seti buldum. Fiyatı 116 YTL idi.

   Hemen o gün –pazartesi- sipariş  ettim. Aynı akşam ürün kargo şirketine ulaştırıldı. Fakat ne yazık ki ben kargo şirketi olarak MNG’yi seçmiştim. Idefix’in yarım günde kargo şirketine ulaştırdığı paketi MNG bana -İstanbul’dan Kocaeli’ye- tam dört günde ulaştırdı. Perşembe günü kargonun durumunu sormak için Kocaeli’deki şubeyi aradım, paketin servise çıktığını, gün içinde elimde olacağını söylediler. O gün evime ulaşmadı paket. Şaşırmadım. Cuma günü tekrar aradım, bu sefer kesinlikle ulaşacağını söylediler, inanmadım. Cuma günü ulaştı, ama ben çoktan MNG’yi bir daha kullanmama sözü vermiştim kendime. Aşağıdaki gibi bir görüntüyle karşılaştım kargo paketini açınca.

DSC00915 

   Beethoven, Mozart, Schumann, Handel, Brahms, Grieg, Prokofiev ve Berg ‘ den eserler içeren bu set; Beethoven’ in çok sevdiğim 1. nolu piyano sonatıyla başlıyor, Alban Berg’ in Kammerkonzert’ iyle bitiyor. Henüz ilk iki diski dinleme fırsatım oldu ancak şunu söyleyebilirim:  Tek kelimeyle “harika”.

   Seti biraz inceledikten sonra, EMI’nin sitesine gidip, Icon serisinin diğer parçalarına da baktım. Bir de ne göreyim? Icon: Arturo Benedetti Michelangeli – The Master Pianist! Hemen onun da siparişini verdim hepsiburada.com ‘ dan. Elime geçince onun için de bir yazı yazarım.

(Haberi aldığım sayfanın adresini bağlantılar kısmında veriyorum. Radikal’in yazısında Richter için genelde diğer piyanistler tarafından yapılan övgülere yer verilmiş. Güzel bir yazı geneli itibariyle.)


   Bağlantılar:

- EMI Classics Icon – Sviatoslav Richter – The Master Pianist

- Idefix

- Radikal’in haberi

.

23 Ekim, 2008

Săracă Inima Mea – Zavallı Kalbim Benim


   “Dünyanın kalbi neresidir?”

   Böyle bir soruya gözü kapalı vereceğim cevap, Balkanlar olurdu.

   Neden mi?

  

   Dün sabah, akordiyon üstadı Muammer Ketencoğlu’nun Açık Radyo’daki Tuna’nın Beri Yanı isimli programını takip ederken hatırladım bu Rumence şarkıyı. Ketencoğlu’nun Ayde Mori albümünde bulunan kaydı ise tam bir şaheser; kusursuz bir şekilde yorumlanmış.

   Kökenlerimde Balkanların da olmasından dolayı sanırım, çok etkileniyorum bu şarkıyı dinleyince, sözlerini duyunca. Ah Balkanlar…


folder

Zavallı Kalbim Benim (Săracă Inima Mea)     

Zavallı kalbim benim.
İşte yine sızlıyor.

Hay, hay kalbim, hay.
Beni derinden yaralıyorsun.

Zavallı kalbim benim.
Bu acıyla doktorlara gittim.

Doktorlar kederime, tasama
Bir çare bulamadı.

Ancak dostlarım ve kemanımın sesi
Hafifletiyor biraz kalbimin sızısını.

 

   Bağlantılar:

- Muammer Ketencoğlu

- Kalan Müzik

.

21 Ekim, 2008

Paysannes Bretonnes


   Kübra’nın çizimlerini zaman zaman buraya koyuyorum. Bugün kendisine çalışmalarını kendisinin koyabilmesi ve isterse ara sıra bir şeyler yazması için bu blog üzerinde yazarlık teklif ettim ve: Reddedildim.

   Partizan basın kuruluşları gibi hedef göstermek istemem ancak işte o Kübra Saygın’ dan geliyor:
   Breton Köylüleri.

 

(Resimlerin üzerine tıklayarak büyütülmüş hallerini görebilirsiniz.)
 
                               Kübra Saygın


Paysannes Bretonnes  
                      Paysannes Bretonnes – 1894
                                Paul Gauguin


   Bağlantılar:

- İlgili yazılar: 1  2  3

- Paul Gauguin

.

16 Ekim, 2008

Blackpool Pride 2008 #1


Site: Chromasia

David J. Nightingale

black pool pride 2008 #1

.

13 Ekim, 2008

Nusret Fatih Ali Han (1948 - 1997)

nusrat


İşittiğim en güzel sesin sahibi; Nusret Fatih Ali Han, altmış yıl önce bugün doğdu. Öldüğünde kırk dokuz yaşındaydı.

Ruhu şad olsun.


  Peter Gabriel ile birlikte kaydettiği Taboo, yukarıdaki kayıt.
Çığlık çığlığa sesini duymak yüksek dozda haz veriyor insana.


Jeff Buckley: "Ünlü bir rüyan var. Onu bana anlatabilir misin?"

Nusret: "Babam 1964' te öldü, ve on gün sonra, rüyamda bana geldi ve şarkı söylememi istedi. Yapamayacağımı söyledim, ama o denememi söyledi. Boğazıma dokundu, söylemeye başladım, ve sonra şarkı söyleyerek uyandım. İlk canlı performansımın babamın cenazesinde olacağını hayal ettim, hep beraber oturup Kuran' dan ayetler okuyacağımızı. Ve kırkında ilk defa canlı söyledim."


Not: findarticles.com sitesindeki röportajdan bir bölümü Türkçeye çevirdim.

Bağlantılar:

- Röportaj

- Wikipedia
.

11 Ekim, 2008

Su Günleri


I)    Su

      seni soruyor
      senin
      ayağına geldi

 

II)   Ben

      suymuşum
      Thales
      söylüyor

 

III)  Çakıltaşı

      seni
      su
      sanıyor


           İlhan Berk

.

09 Ekim, 2008

Yaban Çilekleri


   Yol hikayeleri, yol öyküleri… Ne kadar kolay işlenebilecek bir konu gibi duruyor görsel sanatlar için. Hepsinin birbirinden ayrı, hüzünlü ve (eninde sonunda) umut saçan hikayelere sahip insanların betimlenmesinden ibaret midir yol hikayeleri?

   Smultronstället
   Smultronstället…

   İzlediğim en başarılı oyunculuk performanslardan biriydi Ingmar Bergman’ ın Yaban Çilekleri filmindeki rolüyle, Victor Sjöström’ ünki. Bergman öncesi sinemanın en önemli yönetmenlerinden, kendi filmlerinde de zaman zaman kamera önünde görev yapmış olan Sjöström, 1957 yapımı bu filmi ilk izlediğimde, bana ufak çaplı bir şok geçirtmişti.

   Bir yönetmen olduğundan, esasen sinema için önemli biri olduğundan haberim yoktu o zamanlar. “Nasıl?”, kelimesiyle özetlenebilecek bir ilk tepki vermiştim bu performans için.

   Daha önce izlediğim herhangi bir şeye benzemiyordu.

   
   Seneler sonra bugün, yeniden izledim Yaban Çilekleri’ ni. Her izleyişimde hayran kalacağımı zannediyorum.

   Film, hayatının son demlerini yaşayan (en azından bize öyle aksettirilen) tıp doktoru Isak Borg’ un (Victor Sjöström), eskiden bağlı olduğu üniversiteden alacağı onursal ünvan için yola çıkmasıyla başlayan ve esas olarak profesörün, dolayısıyla yoldaşlarının hikayelerini işleyen bir konu üzerine kurulu.

car

   Başroldeki oyunculuk o kadar üst düzey ki, Bergman’ ın güzel kadınlarından ikisi, Bibi Andersson ve Ingrid Thulin; ayrıca iki as erkek oyuncusu Gunnar Björnstrand ve Max von Sydow gibi önemli oyuncular bile Sjöström’ e eşlik etmekle yetiniyor diyebiliriz.

   Özellikle Isak Borg’ un kabuslarının anlatıldığı birkaç sahnede; bir adam, akrep ve yelkovansız bir saat, bir sokak lambası ve bir tabut kullanarak nasıl büyük bir gerilim sahnesi çekileceğini gözümüzün içine sokuyor Bergman. Bir de sembollerin bir filme nasıl gömüleceğini.

   İlk paragrafta değinildiği gibi, bir yol hikayesinden daha çok, profesörün iç çekişmelerini, geriye dönüşlerini, anı ve hatıralarını temel alan, Bergman tarafından sinema için önemli fikirlerin ortaya atıldığı (daha sonra bir çok yönetmen tarafından kullanılacak olan), bir klasik bu film.

   Bazen birilerini ya da bir şeyleri tanımlarken, “acaba abartıyor muyum?” diye düşündüğüm olur, evet. Ancak tekrar izleyip hakkında bir iki cümle karalamak istediğim bu filmi siz de izlerken Isak Borg karakterini dikkatle takip ederseniz, eminim siz de benim bu övgülerime hak vereceksiniz.

   Bağlantılar:

- Smultronstället

- İnceleme

.

05 Ekim, 2008

The Sound of Wood


Vimeo, ufkunuzu genişletecek için harika bir buluşma noktası. Video paylaşım sitesi yerine buluşma noktası demeyi tercih etmemin sebebi, video tabanlı gerçek bir sosyal oluşum olmasından ileri geliyor. Bu aralar oldukça moda olan “sosyal” ağlar gibi içi boş bir oluşum da değil kesinlikle.

Diğer video paylaşım sitelerindeki gibi geniş veri tabanı bulunmayan, muhtemelen aradığınız çoğu şeyi bulamayacağınız; ancak zaten bildiklerinizi aramak için değil, yeni şeyler keşfetmek amacıyla içinde bulunulması gereken, bambaşka dünyaların anlatıldığı videoların toplandığı site Vimeo.

Dikkatimi çeken videolardan bazılarını zaman zaman koyacağım buraya.

Üye olduğum kanallardan birine gelen harika bir video:

Bir kemanın yapılış öyküsü…


The Sound of Wood - Anthony Edels

Kızın gülüşüne dikkat…

Bağlantılar:

- Vimeo

- Furkan
.

01 Ekim, 2008

Gözler


eyes 

  “What interests me about the eyes is that they are a part of body that doesn’t age.

  In other words, if one looks for one’ s childhood across all the signs of aging in the body the deterioration of musculature, the whitening of hair, changes in height and weight, one can find one’ s childhood in the look of the eyes.”

Jacques Derrida


Not: “Derrida” filmini izlerken kaydettiğim kelamlardan biriydi. Böyle bir lakırdıyı herkes edebilir ama Jacques Derrida söyleyince kulak kabartmak lazım gelir. Türkçeye de çevirdim yazıyı, bağlantılardan ulaşabilirsiniz.


Bağlantılar:

- Çeviri

.

26 Eylül, 2008

L’ art


Taze sıçanotu lekelemiş yumurta beyazı kumaşı,
Ezilmiş çilekler! Buyur, gözlerimize ziyafet çekelim.

.
                                         Ezra Pound
                                         Çeviri: Tuğrul Asi Balkar

   Bağlantılar:

- L’art

.

22 Eylül, 2008

Ondine


   Maurice Ravel tarafından, Aloysius Bertrand isimli şairin bir derlemesinden yola çıkılarak yazılan ve varolan en zor solo piyano eserlerinden biri olan "Gaspard de la nuit", üç bölümden oluşuyor. Bunlardan ilkinin ismi Ondine, diğerleri sırasıyla Le Gibet ve Scarbo.

   Ondine mitolojide su perisi olarak geçiyor. Şiirde de perinin, kendini görmeye gelen kişileri cezbederek onları ülkesine götürmeye çalışmasından bahsediliyor.

   Aşağıdaki ses kaydı, Gaspard de la nuit' in ilk bölümü olan Ondine' nin Marta Argerich isimli dünya güzeli kadın tarafından çalınmış versiyonu. Onun kaydını koymamın sebebi eserin en iyi yorumlardan birinin onun tarafından icra edilmesi tabii ki, güzel olması değil. Soldaki butona basarak dinlemeye başlayabilirsiniz Argerich' i.

   İnsan gözlerini kapayıp, hikayesini de biraz düşünerek dinleyince Ondine' yi, ne kadar güzel tarif edildiğini anlıyor Ravel tarafından o deniz altındaki dünyanın. Kaydın altındaki resim ise, benim bu yazıyı yazmaya karar verdikten sonra hemen aklıma gelen, çok sevdiğim "Hylas and the Nymphs".

   Martha Argerich - Ondine

 

John William Waterhouse - Hylas and the Nymphs 


“Ondine is an oneiric tale of a water fairy singing to seduce the observer and accompany her to visit her kingdom deep at the bottom of the lake in the triangle of water, fire and earth. It is reminiscent of the tinkling of the water in a stream, woven with cascades. This movement was intended to describe the water sprite in Aloysius Bertrand's poem, attempting to lure men into her domain." (wikipedia)


   Bağlantılar:

- Gaspard de la nuit

- Hylas and the Nymphs

.

19 Eylül, 2008

Delikanlı


   Terentyev
*  “18 yaşımda beni sokağa atıvermelerini istiyordum canı gönülden. Evsiz, işsiz, bir lokma ekmeksiz, akrabasız, bu kocaman kente tek bir tanıdığım olmadan, ezilmiş durumda, ama sağlığımı yerinde bıraksınlar.”

Dostoyevski
(Budala sf=> 69)
Cilt:2
(2002)

  Yukarıdaki satırları ajandalarımdan birinin dokuz eylül tarihli sayfasına aynen bu şekilde not ettiğimde ben de on sekiz yaşımdaymışım, iki bin iki yılında. Hatırlıyorum, o zamanlar bütün içtenliğimle ben de aynı şeyleri hissediyordum. Bir yerlere ait olmadan yaşamaya başlayınca aynı şeyleri hissedememek ne kötü…

  Günün büyük bölümünü okumaya ayırıyordum o yaşlarımda. Sınırlarım yoktu. Zihnim –şimdi hissetmediğim kadar- berraktı. Budala’dan (H)İppolit Terentyev’dim ben. Kadın Budalası’ndan Pavel Pavloviç’tim.

  Ama en çok Dolgorukiy idim. Tüm benliğimle, iliklerime kadar öyleydim. Dünyada bir “delikanlı” varsa, o bendim. Belki eskiden yazdığım birçok şey geçerli değil artık. Ancak ben hala Dolgorukiy’im. Aşağıdaki ve benzeri birçok cümleyi aynı kitaptan defterime not ettikten sonra, hayat hiçbir zaman eskisi gibi olmadı benim için.


***
  “Küçük önemsiz şeylerde küçüğümdür ama, büyüklerde böyle değilim. Küçük sabırsızlıklara çoğunlukla gücüm yetmez. Oysa büyüklerine her zaman yetmiştir. Sabahları daha işe gitmeden annem sabah kahvemi önüme biraz ılık getirse köpürüyor, ağzımı bozuyorum. Öte yandan, bir ay midesine kuru ekmek ve sudan başka bir şey gitmeyen de benim.”
(sf=123)

   “Evet içe kapanığımdır. İnsanlardan kaçarım. Toplumdan çıkmayı sık sık isterim. Belki insanlara birtakım iyilikler ederdim bile, ama onlara iyilik etmemi gerektirecek bir nedenin olmadığını görürüm çoğunlukla.”
(sf=125)

   “Özellikle akşamları yorganımın altına girdiğimde çevremde dönüp dolaşan, konuşmalarıyla beni rahatsız eden insanlardan uzak, tam bir yalnızlık içinde kendime bambaşka bir dünya yaratmaya koyulduğum anlarda MUTLUYDUM.”
(sf=127)

   “… onların hiçbir zaman anlayamayacakları bir şeyde de ben haklıydım”
(sf=196)

   “… içinde ancak dönebileceğim bir köşe arıyordum ben…”
(sf=210)

   “… kişinin yöresindekileri eğlendirmek için duygularını ikide bir dışarı vurmasının ayıp olduğuna inanıyorum.”
(sf=271)

***  

.

16 Eylül, 2008

Monolog


(Bergman' ın Persona' sından, sinema tarihinin önemli monologlarından biri...)


monolog

  "Anladığımı düşünmüyor musun?

   Var olmayı boşyere hayal etmek. Öyleymiş gibi görünmemek, gerçekten olmak. Uyanık olduğun her an. Tetikte. Başkalarına karşı sen ile yalnızken ki sen arasındaki uçurum. Baş dönmesi ve sürekli açlık, açığa vurulmak için. İçinin görülmesi için... Hatta parçalara ayrılmak ve belki de tümüyle yok edilmek için. Sesin her tonu bir yalan, her davranış bir aldatmaca, her gülümseme aslında yüz ekşitme.

   İntihar etmek mi?
   Oh, hayır! Bu çok çirkin. Sen yapmazsın.

  
   Ama hareket etmeyi reddedebilirsin. Konuşmayı reddedebilirsin. O zaman en azından yalan söylemezsin. Böylece düşünceye dalıp, kendi içine kapanabilirsin. Artık rol yapmaz, herhangi bir maske takmaz ve yalancı davranışlarda bulunmamış olursun.

   Sen öyle sanırsın. Ama gerçek inatçıdır. Saklandığın yer su geçirmez değildir. Yaşam dışardan sızar içeri. Ve tepki vermek zorunda kalırsın. Hiç kimse de bunun gerçek olup olmadığını, sen içten misin yoksa yapmacık mısın diye sormaz. Bu soruların önemsendiği tek yer tiyatrodur. Hatta orada bile fark etmez.

   Seni anlıyorum, Elisabet. Kendini bırakmanı, hareketsiz kalmanı, hayali bir sistem içinde apatiye girmeni anlıyorum. Seni anlıyorum ve seni takdir ediyorum. Hevesin gecene, tüm ilgin bitinceye kadar bu rolü oynaman gerektiğini düşünüyorum.

   O an geldiğinde diğer rollerini bıraktığın gibi,

bunu da bırakırsın..."

.

13 Eylül, 2008

Le Roi des Poètes


   "Şairlerin kralı"  şeklinde bir başlık bayağı bir övgüden ibaret mi olurdu? Peki aynı başlığın Fransızca' sı neden aynı şeyi hissettirmiyor kişiye? Kelimelerin o dilde klişeler haline gelmesiyle ilgili bir konu muhtemelen. "Şairlerin kralı" ifadesi gerçekten yersiz duruyor.

   Başlıkta bahsedilen kişi, Charles Baudelaire. İfadenin sahibi ise Arthur Rimbaud. Şiir benim hayatıma Baudelaire ile girdi, şiirden ayrılmak zorunda kaldığımda elimde Les Fleurs du Mal olacak.

   Odama girebilen bir-iki kişinin görüp feyzalması için değil, kendim hiçbir zaman unutmayayım diye aşağıdaki tekstin çıktısını odamdaki ayna ve kapının arasına kıstırmıştım geçen sene, hala orada duruyor.


   Sarhoş Olun

"Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu. Chareles Baudelaire
Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.

Ama neyle?
Şarapla,
şiirle
ya da erdemle,
nasıl isterseniz.
Ama sarhoş olun.

Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; “Saat kaç?” deyin. Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz.”

                                                                                                     Paris Sıkıntısı - Charles Baudelaire
.

11 Eylül, 2008

İlk Buluşmalar


   Arseni Tarkovski' nin şiirleri benim için çok önemlidir. Çok geç yayımlandıkları için belki de, hak ettikleri değeri görmediklerini düşünürüm edebiyat dünyasında. Geç yayımlanmaları tabii ki tek başına bir şey ifade etmiyor olabilir ancak bu şairin oğlunun gelmiş geçmiş en büyük yönetmen olduğunu ve onun çıkışının da babasının şiirlerinin yayımlandığı dönemlere denk geldiğini düşünürsek, babanın oğlunun gölgesinde kalması biraz anlaşılır hale geliyor.

   Aşağıdaki video, Ayna filminden bir bölüm. Bulabildiğim altyazılar içinde en iyi çeviriye sahip olanını videoya gömdüm. Videoda Arseni Tarkovski'nin kendi sesinden İlk Buluşmalar adlı şiirini dinleyeceksiniz. Harika bir şiir gerçekten.

   Ayrıca lütfen şiirden sonraki, videonun bitiş kısmına kadar olan bölümü dikkatle izleyin. Yönetmenlerinin en büyüğünün en iyi filmlerinin birinden kusursuz sahneler. Ayna eşittir Tarkovski, Tarkovski eşittir Ayna demek benim için.



  

   Bağlantılar:

- İlk Buluşmalar

- First Meetings

- Wikipedia

.

05 Eylül, 2008

Amy, 2005


Site: File Magazine

 
Laura Noel

amy, 2005

01 Eylül, 2008

Yalın


   Şiiri okuyup, resme bakmadan önce (buna karar vermeniz önemli tabii), Tarkovski' nin Ayna' dan (Zerkalo) bahsederken eleştirdiği, insanların bu filmde simgeler araması gibi, her detaya bir anlam yükleme çabasını bir kenara bırakın.

   Aşağıdaki eserlerle birkaç dakikalığına sadece güzel oldukları için ilgilenin. Dizelerde ne denmek istediğini fazla irdelemeden ve şiiri sesli okuyarak, kadının etrafındaki objelere takılmayarak ve sadece gözlerinizi yüzeysel bir şekilde resmin üzerinde gezdirerek, sadece ilk bakışta size mutluluk vermesini sağlamaya çalışın.



GÖL ADASI

Ey Tanrım, ey Venüs, ey Mercury, hırsızların koruyucusu
Son günlerimde, n'olursun, bir küçük tütüncü dükkânı ver bana,

Küçük, parlak kutularım olsun
             tertemiz raflara dizilmiş
Yumuşak, kokulu tütünlerim de
Pırıl pırıl Virginia tütünü de
             serilmiş altına parlak, cam tezgâhımın

Bir terazi ver bana, çok yağlı olmasın,
Orospular da damlasın ara sıra
İki çift lâf etmeye, saçlarını düzeltmeye ya da.

Ey Tanrım, ey Venüs, ey Mercury, hırsızların koruyucusu,
Bir küçük tütüncü dükkânını ödünç ver bana,
             ya da hangi mesleğe yazarsan yaz
İnsana her zaman beyninin gerektiği
             bu kahrolası yazarlık mesleğinden başka.
                                                              Ezra Pound

THE TUB

1886 - The Tub 
Degas

28 Ağustos, 2008

Kübra Saygın - 3


run_Cemil_run_by_tottokoro          Zekicigim_by_tottokoro

                Run Cemil Run                                                    Zekiciğim

.

26 Ağustos, 2008

Horowitz Moskova'da


  1986.

  Efsane altmış yıl sonra, seksen üç yaşında, doğduğu topraklara dönüyor.

  Vladimir Horowitz, neden en büyüklerden biri olduğunu tekrar gösteriyor, yaşına inat.

  Bir önceki bildiride bahsettiğim, Chopin' i diğer piyanistlerden bir başka çaldığına kanıt olsun diye koydum bu videoyu. Seksen üç yaşında olsa da, o konserde bazı eserlerde yanlış nota bastığı söylense bile; romantizmin son temsilcilerinden birinin, romantizmin tanımını yaptığı kayıtlarından birini koyayım dedim.

 


  "Played percussively, the piano is a bore. If I go to a concert and someone plays like that I have two choices: go home or go to sleep. The goal is to make the piano sing, sing, sing." 
                                                                                                                                   
V. Horowitz
.

25 Ağustos, 2008

İdil Biret ve Vladimir Horowitz


i.b   Dün öğleden sonra sıcağın en delirtici olmaya başladığı saatlerde İdil Biret' in Naxos etiketiyle çıkan on beş cd lik Chopin setinden ilk iki ya da üç tanesini, mp3 formatına çevirip, Vladimir Horowitz' in 1986 tarihli Moskova resitaliyle beraber müzik çalarıma attım ve listedekileri karışık şekilde dinlemeye başladım.  

   Bir ara Chopin' in Mazurka op. 7   no.3 eserinin Horowitz ve Biret versiyonları art arda çaldı tesadüfen. O an bu iki yorumun arasında çok farklı bir şeylerin olduğunu düşündüm ama nedenini hemen kavrayamadım. Sonra iki versiyonu da birkaç kere dinledim peşi sıra.

   İdil Biret' in dünyanın en başarılı Chopin yorumcularından biri olduğu aşikar, bütün dünyanın kabul ettiği bir gerçek. Fakat yukarıdaki mazurkayı Horowitz' den dinlerken onun muhteşem bir piyanist olduğu hakikati tekrar tekrar kafama kazındı bu iki dakikadan biraz fazla süren mazurkayı başka bir tanesiyle karşılaştırınca.


   Eser onun ellerinde o kadar hızlı,akıcı ve en önemlisi öyle bir ruha sahipti ki, Horowitz' den sonra Biret' i dinleyince  -teknik olarak kusursuz bile olsa- kesik kesik bir şeyler dinliyormuşum hissiyle rahatsız oldum. Rahatsız olmak deyimi çok mu agresif oldu bilmyiorum, hoşnutsuzluk daha güzel bir tabir olabilirdi.
hrw2

   Ayrıca Moskova resitalinin, çağın en büyük piyanistlerinden Horowitz' in en ünlü kayıtlarından biri olduğunu, altmış yıl sonra ilk defa Rusya' ya döndüğünde ne gibi yoğun duygularla bu resitali sunmuş olabileceğini düşündüğümüzde, yazıda İdil Biret' e haksızlık yapıldığı düşünülebilir ki bunun doğru tarafları yok değil.

   Benim hissettiğim bu farkın bir sebebi de Horowitz' in, Chopin' in mazurka ve polonezlerine verdiği büyük önem de olabilir. Nitekim bir söyleşisinde Horowitz şunları söylemiştir:

   "Bence daha küçük yapıtları; mazurkalarının herbiri ötekinden iyidir. Bunlar saf altındır. Bazı noktürnleri de öyle. Yalnız kimi zaman süslemeler fazlaca ağır basıyor. Bence Chopin, söylenebilecek olan her şeyi üç sayfada söylüyor. Oysa bir Şostakoviç, bir Miaskovsky bazen bir saate yakın süren senfonilerinde hemen hiçbir şey söylemiyorlar." 

   Chopin' in eserlerini Horowitz' den başka bir de Arturo Benedetti Michelangeli' den dinlemekten zevk aldığımı söylemeliyim ki onun da çok az kaydı var elimizde. Michelangeli ile ilgili mutlaka bir şeyler yazarım buraya daha sonra.

   Şu anda ağ bağlantımdaki sorun nedeniyle bahsettiğim Horowitz performansının videosunu yükleyemiyorum. Muhtemelen bir sonraki mesajım bu videoyu da içerir.

   Tabii bütün bunları kırk derece sıcağın altında, kulağımda kulaklıklarla şaşkın şaşkın etrafa bakarken düşünmüş olmam, ruhsal sorunlarım olduğunu düşündürebilir herkese. Ben de endişe ediyorum.

  
   Bağlantılar:

Söyleşi

Naxos: Chopin

Amazon.com

22 Ağustos, 2008

Armonika

urunresim.asp


    "On üç - on dört senedir gitarla ilgileniyorum" diyebilmeyi çok isterdim. Evet, babamın elime bir gitar verip beni zorla kursa kaydettirmesi o kadar eskiye dayanıyor ama son üç-dört senedir birkaç kere elime aldım gitarımı muhtemelen. Hatırlıyorum, bir eseri ilk defa tamamıyla çalabildiğim gün havalara uçmuştum sevinçten. Yanlış hatırlamıyorsam Tarrega'nın Adelita' sıydı ve ben on yaşındaydım. O gün, gitarla ileride harika şeyler yapabileceğimi düşünüyordum, ama olmadı.

  
   Şimdi ilgilenmememin nedeni enstrümandan sıkılmam veya isteksizlik değil, fiziksel. Ellerim, sebebini bilmediğim, merak edip doktora da gitmediğim bir nedenden dolayı çok titriyor. Bu yüzden gitarı istediğim gibi kontrol edemediğimi hissediyorum. Çoğu eseri hata yapmadan tamamlasam bile, her an hata yapacakmışım gerginliğiyle gitar çalmak canımı sıkıyor. Bu yüzden uzun süredir daha rahat çalabileceğim bir enstrümanı öğrenmeye başlamak istiyordum aslında.

   Bir süre önce bir arkadaşımın mızıka çalmaya başladığını duydum. O gün merak edip zaman ayırdım buna. Çalarken ellerin alması gereken pozisyonu araştırdım, rahat çalıp çalamayacağımı öğrenmek için birkaç tane de video izledim. Heyecanlanmıştım o gün ancak daha fazla ilgilenmek için zamanım olmadı geçen haftaya kadar.

   Geçen hafta internette Sennheiser marka bir kulaklığın izini sürerken benim de nasıl olduğunu anlamadığım bir  şekilde (mızıka çalmaya başladığını duyup özendiğim arkadaşımdan,kaliteli mızıkalar ürettiğini öğrendiğim) Hohner markasıyla karşılaştım. Bahsi geçen arkadaşımın da tavsiye ettiği üzere, internetteki alışveriş sitelerinden birinin arama bölümüne Hohner yazıp fazla düşünmeden, arama sonuçlarında çıkan mızıkalardan ucuz bir tanesini almaya karar verdim ve resimdeki mızıkayı aldım. Fiyatı 13YTL.

   Oldukça geç elime ulaşan mızıka ile dün ilk defa çalıştım. Temel nota bilgisiyle ve video sitelerinden birkaç alıştırma izleyerek gayet tatmin edici melodiler elde ediliyor gerçekten. Hoşuma giden her şey gibi mızıkayı da elimden bırakamadım. Çıkan sesin kalitesi beni çok tatmin etti, bu kadar ucuz bir aletten bile böyle güzel ses çıkması doğal mı bilmiyorum. Belki de tanıdığım bir enstrüman olmadığı için kaliteli olup olmadığını ayırt edemiyorum.

   Gitarla uğraşamamamın nedeni olan ellerimin titremesinin burada hiçbir önemi olmadığını,mızıkanın nasıl tutulacağını öğrendikten sonra bir kez daha kavradım. Sol elle mızıkayı kavrayıp sağ elle sol elin üstünü kapatıyorsunuz. Bazen vibrato yapmak için(el vibratosu) sağ elinizi hızlıca kapatıp açıyorsunuz. Ellerinizi sıkıca birleştirdiğiniz için titremeden, daha sağlam bir şekilde enstrümana hakim oluyorsunuz.

   Aslında o kadar bilinçsizce ve teknik özelliklerini bilmeden giriştim ki bu işe, mızıkaların temelde diatonik ve kromatik olmak üzere ikiye ayrıldığını, benim aldığımın diatonik majör bir C (do) mızıkası olduğunu ancak elime ulaştıktan sonra öğrendim. Notaların yerlerini de tamamen öğrendikten sonra kısa şarkılar çalmaya başladım bugün.

   Büyük zevk alarak devam ediyorum çalışmaya şu anda. Umarım sıkılmam.

19 Ağustos, 2008

Irish Band


   Uzun bir süredir rss (really simple syndication) ismindeki akış sistemini kullanıyorum Google Reader aracılığıyla. Abone olduğum sitelerin önemli bir bölümünü fotoğraf blogları oluşturuyor. Bunlardan bazılarının bildirilerini -kaynak vererek- koymayı düşünüyorum buraya. Hepsi için izin almamın imkanı yok. Zaten amacım insanların ortaya çıkardıkları şeylerin ne kadar iyi işler olduğunu göstermek, prim yapmak değil.


Site: Apparently Nothing 

Irish Banda

27 Temmuz, 2008

Belle (Notre-Dame de Paris)

 

     Quasimodo      -         Frollo             -       Phoebus

      Garou            -     Daniel Lavoie        -      Patrick Fiori


   Bağlantılar:

Viki

20 Temmuz, 2008

Siyah


    
  
i)  Antonius Block
: "You drew black."  
           Death: "Appropriate, don't you think?"
 
 
ii)  Antonius Block: "This is my hand. I can turn it. The blood is still running in it. The sun is still in the sky and the wind is blowing. And I... I, Antonius Block, play chess with Death."


   Bağlantılar:

- Imdb

15 Temmuz, 2008

Hafız'a Özlem


İstedim ki Hafız' dan birkaç dize yazayım buraya. Not defterlerim görünürlerde yoktu, Google' ye(.tr) "Hafız-ı Şirazi" yazayım da, nasıl olsa bir sürü şiir çıkar, not defterime kaydettiklerimi görünce hatırlarım, buraya geçiririm diye düşündüm. Yanlış düşünmüşüm. Karşılaştıklarım ya tarikatların internet siteleriydi, ya da tamamen içi boş İslami siteler.

Örneğin ben Hafız'ı değil de, bir diğer İranlı'yı, mesela Hayyam'ı aratsaydım Google' de, eminim binlerca fazla kaynak bulacaktım. Çünkü Hayyam ile ilgili bilgi akışı genelde efsaneler üzerinden işliyor. Nizamülmülk, şarap, Hasan Sabbah vs vs...

Başka bir örnek de Nazım Hikmet olabilir, ya da aynı düzlemde Necip Fazıl. Yine bu tür aramalarda da her açıdan birçok kaynağa ulaşabilecektim, eminim. İnsanların bu şairleri ideolojik fikirlerinin sancağı olarak bellemiş olmaları beni bu kadar çok sonuca götürecekti.

İnsanın şiiri, resmi ya da nesri; sadece güzelliğe olan açlığını doyurmak veya onu geliştirmek için değil de, başka şeyler için kullanması çok acı. Böyle olmasaydı "Şairlerin Sultanı" (ne demekse), "Şirazlı Hafız" olmaz mıydı?


Biz gamsız sarhoşlarız, aydın karanlıklarız
Hem kadehle solukdaş, hem ayrılıklarız.

Sevgilinin kaşları eğdi kaderimizi
O günden bugüne dek düşmüş yaratıklarız.

Ey gülüm, sen daha dün parçaladın göğsünü
Ama biz ta doğuştan kızıl şakayıklarız.

Lale gibi ortada yalnız kadehi görme,
Şu yaramıza da bak, gör nasıl aşıklarız.

Şiirdeki renge, hayale bakma hafız,
Sadece boş levhayız, dokundukça çınlarız.


  Bağlantılar:

- Hafiz Of Shiraz

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Web Analytics