31 Ekim, 2009

İki Bin On Model Raskolnikov


“Suç ve Ceza, David Zane Mairowitz tarafından cesurca ve canlı bir anlatımla uyarlandı. Ressam Alain Korkos tarafından çizilen bu tersine kurgulu katil-kim polisiyesi; kendisinden hiç kuşkulanılmayan katilin kendini ihbar etmesiyle sona erer. Ama ruhu selamete erebilecek mi?”

“(Wikipedia.en) David Zane Mairowitz (born 1943, New York), is a writer. He studied English Literature and Philosophy at Hunter College, New York, and Drama at the University of California, Berkeley.”

 
  Haberdar olmayanlar için; NTV Yayınları, Çizgi Roman Dünya Klasikleri adı altında yayımladığı serinin dördüncü kitabı için Suç ve Ceza’yı seçti. (İlk kitap olarak Kafka’nın Dava’sını yayımlayan NTV’nin bu seride ne kadar istikrarlı seçimler yaptığını görmek için bundan önce yayımladığı –serinin üçüncü- kitabının ismine bakmak yeterli: Frankenstein. Fakat yukarıdaki çizimlerdeki yaratık değil Frankenstein, yanıldınız. Raskolnikov o; Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin romanı Suç ve Ceza’nın protagonisti Raskolnikov.)

  Öncelikle görülüyor ki UC Berkeley’de drama eğitimi almak insanın ufkunu böylesine açıyor ve onu bu derecede vizyon sahibi yapıp cesur kılıyor. Yani, bin yılın romancısının eserlerinden birini alıp istediğiniz gibi zarar vererek adını Suç ve Ceza bile koyabiliyorsunuz. Sonra da insanlarının kitap okuma oranlarının –edebi değeri olan eserlerden bahsediyorum- sıfıra yakın olduğu bir ülkede, o ülkenin en popüler kurumlarından biri bu çalışmanızı yayımlıyor ve belki de daha önce Dostoyevski adını duymamış küçük çocuklar onunla bu şekilde tanışarak büyük bir hataya düşüyorlar, doğrusu düşürülüyorlar.

Çizgi Romanın Orijinali  On iki yaşında bir çocuğun bu çizgi romanı okuduktan sonra Dostoyevski’nin asıl eserini okuduğunu düşünelim. Artık bu çocuğun zihninde başka bir Raskolnikov karakteri yaratması mümkün müdür? Yahut başka bir cinayet sahnesi?

  Çizgi romanlarla ilgili bir takıntım yok tabii ki. Fakat çizgi romanın bir sanat dalı olması, her çizilenin de sanatsal olduğu sonucuna götürmez bizi. Zagor’u okuyan birinin, zihninde, çizimlerdeki gibi bir Zagor yaratmasında bir sakınca yoktur, çünkü Zagor odur. Orijinal ve özgündür.

  Suç ve Ceza’nın bu halinin bir uyarlama olduğu belirtiliyor ve fakat tam da bu noktada insanlar yanıltılıyor. Bu çizgi roman için hazırlanan reklamlarda, kitabın aslı yerine bu hali okunduğunda, eserin özüne vakıf olacak kadar yeterli bir aktiviteyi gerçekleştirmiş gibi hissettiriliyor insana. Bu büyük bir saygısızlık.

  Asıl sorun iki noktada yatıyor. Birincisi, –burada zannedildiği gibi- okumayı kolaylaştırmak, okunacak eserin muhtevasına müdahale ederek yapılmaz. Okumayı kolaylaştırmak dış etkenlerle ilgilidir, okunacak eserle ilgili değil. Eğer bunun başka bir eser ve sadece bir uyarlama olduğunu söyleyecekseniz, o zaman da bu çalışmanın Dostoyevski’nin romanıyla aynı adı taşımasının ahlaki olmadığını söylemek isterim. Aynı adı taşıması, telif haklarıyla ilgili bir sorun yaratmayabilir. Bu noktadaki sorun ceplerin dolmasıyla geçiştirilebilir. Ancak insanlık mirasına saygı göstermek açısından, bu çizgi romana Crime & Punishment adını verip üstüne de Dostoyevski’nin adını yerleştiremezsiniz. Yerleştirirseniz de bu kitabın eğlencelik olduğunu ve çocukların okumaması gerektiğini reklamlarında belirtmeniz gerekmektedir.

  İkincisi ise, hem yazarın hem de bu kitabı bu ülkede yayımlayanların yaptıkları işi içlerine sindirebiliyor olmaları. İllüstrasyonların yaratıcısı Alain Korkos’a ise değinmek istemiyorum. Kötü bir şekilde değinilecek bir iş bile yok ortada.

  Son sözüm bir ricadan ibaret. Eğer çocuklarınıza çizgi roman okutacaksanız Tommiks okutun, Suç ve Ceza değil. Hayal güçlerine pranga vurmaktan imtina edin.

.

25 Ekim, 2009

Van Gogh: The Letters with Sketches (İngilizce İçerik)


***
(Van Gogh’un -artık herkesçe bilinen- mektuplarından (en geniş içeriği bu bağlantıda bulabilirsiniz) birkaç örnek var aşağıda. Birlikte verildikleri resimler ise -orijinallerinde olduğu gibi-, Vincent Van Gogh’un mektupları yazarken yanlarına iliştirdiği çizimlerden ibaret. Buradakinden daha fazla örneği BibliOdyssey adlı sitede bulabilirsiniz.)
***

  These are the sketches of Vincent van Gogh, which had been attached to his letters. You can access a larger database –all Van Gogh’s letters to his acquaintances- here in official page. This post has been inspired by BibliOdyssey.

  Four People on a Bench                               To Theo from The Hague, 1882 – September

Four people on a bench"Well, I hope that the small bench, even if not yet saleable, will show you that I have nothing against tackling subjects with something agreeable or pleasant about them, which are thus more likely to find buyers than things with a more sombre sentiment

I’m adding another to the small bench as a pendant, also a part of the woods. I drew the bench after a larger watercolour that I’m working on in which the tones are deeper, but I don’t know whether I’ll succeed in carrying it out or completing it. The other was done after a painted study.

There’s so much paint around that it has even got onto this letter — I’m working on the big watercolour of the bench. I hope it comes off, but the great problem is to retain detail with deep tone, and clarity is extremely difficult. Adieu again, a handshake in thought, and believe me.”

Ever yours,
Vincent

 

Miners in the Snow Winter                       To Theo from The Hague, 1882 – October

Miners in the snow winter

“Imagine, this week to my great surprise I received a package from home — with a winter coat, warm trousers, and a warm lady’s coat. I was very touched.

The churchyard with the wooden crosses is often on my mind, so I may do some studies for it in advance – I would like to do something like that in the snow – a peasant funeral or the like. In short, an effect like the enclosed scratch of miners. Just to complete the seasons, I’m sending a scratch of spring and one of autumn with it, which I thought of while making the first. (…)

Adieu, and write as soon as you can, and believe me.”

Ever yours,
Vincent


Man in a Village Inn
              To Theo from the Hague, 1883 – March

man in a village inn "Here’s a scratch, for example, that I did in that kind of daydream. It shows a gentleman who has had to spend the night at a village inn due to the late arrival of diligence or some such reason. Now he has risen early, and while he orders a glass of brandy for the cold he pays the innkeeper’s wife (a woman with a peasant’s cap). But it’s still very early in the morning, ‘the crack of dawn’, — he must catch the mail-coach — the moon is still shining and the glistening snow can be seen through the window of the taproom — and the objects cast oddly whimsical shadows.

This story is really nothing at all, and the scratch is nothing too, but from one thing and another you’ll perhaps understand what I mean, namely that of late everything had a je ne sais quoi that made one feel like scribbling it down on paper.

In short, the whole of nature is an inexpressibly beautiful Black and White exhibition when there are those snow effects." (…)

Adieu, with a handshake.

Ever yours,
Vincent


   Bağlantılar:

- Van Gogh Letters

- BibliOdyssey

 

   EKLEME:

“Milyonlarca insanın hayranlığını toplayan, tabloları milyonlarca dolara satılarak rekorlar kıran Hollandalı ressam Vincent Van Gogh, iç dünyasında fırtınalar yaşamış bir sanatçıydı.

37 yaşında intihar eden Van Gogh'un bazı mektupları yeni ortaya çıkarıldı.

Yayıncılar resim dünyasında egemen olan Van Gogh imajını değiştirmeyi, ressamın çektiği iç eziyetlere ışık tutmayı amaçlıyor.” [BBC]

.

23 Ekim, 2009

Küçükbaş


  Site: Onexposure

  Sanatçı: Gauvar Patil

Lavasa Rain

Lavasa Rain by Gauvar Patil 



  Site: Onexposure

  Sanatçı: B. Neeleman

Rain over the Sheeps

Rain over the Sheeps by b.neeleman 

 

  Site: Lost in Shots

  Sanatçı: Marina Kuttig

Love

love


  Site: Onexposure

  Sanatçı: Adrian Donoghue

Shepherd

shepherd #2 by Adrian Donoghue



  Site: Onexposure

  Sanatçı: Teuku Jody Zulkarnaen

Go Home

Go home by Teuku Jody Zulkarnaen 


  Site: A Walk Through Durham Township

  Sanatçı: Kathleen Connally

Two Sheep



  Site: Onexposure

  Sanatçı: Rui Pires

Rural Moments

Rural Moments by Rui Pires 

.

18 Ekim, 2009

Üslup ve Seda


  Bu sabah, marketteki gazete ve dergileri kendimden geçmiş bir şekilde incelerken (dergilerin çoğunu orada okuyup para vermiyorum), Theo Angelopoulos’un senaristi, çevirmen ve yazar, Petros Markaris’in röportajına rast geldim Taraf gazetesinde. Markaris’in, röportajı yapan Sibel Oral isimli hanımefendinin, “Şiir nasıl ayrılıyor? Yunanistan’da şiir romana göre çok daha önemli sanırım...” (Türk edebiyatıyla karşılaştırmasını istiyor) sorusuna verdiği cevap, mülakattaki ilgimi çeken noktaydı:

“İşte orada Türk edebiyatıyla ayrılıyor. Yunanistan’da edebiyat demek şiir demektir. Ayrıca mesela Yunan edebiyatında üslup konudan çok daha önemlidir. Ama bu durum birçok şeye engel oluyor. Mesela Avrupalılar Yunan romanlarını okuyorlar ve “ee bir şey olmuyor” diyorlar roman için. Çünkü bizim için önemli olan üslup, konunun ne olduğu değil.”

  Bu paragrafı okuyunca, geçen hafta yazdığım yazıdaki bir cümlede, absürt-saçma ikileminde kaldığımı ve Halid Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah isimli romanından, defterlerimden birine kaydettiğim bir paragrafın aklıma geldiğini hatırladım. Kendi yazımdaki takıldığım nokta, bir şeyin mantıksız olduğunu anlatmak için kullandığım absürt kelimesinin yerine neden saçma kelimesini kullanmayı tercih etmediğimdi. Bu kelimelerden birini seçip kullanacağım cümleyi, ayrı ayrı ve yüksek sesle okuduğumda, saçma kelimesinin yazının gidişatına göre çok agresif durduğunu düşündüm ve Halid Ziya’nın pasajı da tam bu noktada zihnime takıldı. Bu pasajı paylaşmadan önce Markaris’in bahsettiği Yunan şiirinden ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile birlikte  Nev-Yunanilik eğilimini başlatan Yahya Kemal Beyatlı’dan birer örnek vermek istiyorum.


Gözkapakları / Andreas Embirikos

Her zamanki gibi çileden çıkmış su                      
Bir şelale gibi düşüyor yıllar
Ve bir feryat ürkütüyor kuşları.

Fakat bahçeler kayıtsız bunlara
Mutluluk kozalakları ıslık çalar yapraklarda
Elmalar kıpkırmızıdır
Ve yoldan geçen biri koparır birkaç tane.

                    Çeviri: İsmail Haydar Aksoy


Sicilya Kızları / Yahya Kemal

Sicilya kızları, uryân omuzlarında sebû,
Alınlarında da çepçevre gülden efserler,
Yayar bu mahfile a‘sâbı gevşeten bir bû;
Ve gözleriyle derinden bakar, gülümserler
Sicilya kızları, uryân omuzlarında sebû...

Hadîkalarda nevâ-gîr iken şadırvanlar,
Somâki kurnalarından gümüş sular dökülür;
Ve hep civâra serilmiş kadîfe dîvânlar
İçinde, bûseden ölmüş vücûdlar bükülür,
Hadîkalarda nevâ-gîr iken şadırvanlar...

Gerer beyaz kuğular nâzenîn boyunlarını;
Füsûn-ı nevm ile, görmez bu âteşîn ravza
İçinde dalgalanan huzûz-ı rehâvetle hâvz-dan havza,
Gerer beyaz kuğular nâzenîn boyunlarını...


  Absürt-saçma örneği ile Markaris’in bahsettiği üslup anlayışından yola çıkılan bir yolda durulabilecek en güzel durak olan bu Halid Ziya pasajı arasında pek bir benzerlik de yok aslında. Varsa da, temel zemindeki bir fikir yakınlaşmasından ibaret olabilir sadece. Halid Ziya’nın bahsettiği (söylettiği), derinlikli bir kavrayış ve anlayış, dilin kullanımıyla ilgili.

  “Bence kelimelerin mevzu manasından başka bir de nasıl tabir edeyim seda manası vardır. Bilmem herkes hisseder mi? Fakat ben mesela nâliş kelimesinin mahzun edasını, pervaz kelimesinin tayeran meylini, feryat kelimesinin yırtıcı ahengini pek iyi duyuyorum. İnsanda bu duyuş zevki olduktan sonra mesela: “bahr-i sükûn-perver” diyemez, bahr kelimesinin o bir harekede toplanan üç kuvvetli harfinden hususiyle sonundaki ra’nın tesadümünden hâsıl olan tasavvut şiddeti ister ki bu kelime bir set mana tavirinde kullanılsın. Mesela bahr-i huruşan, yahut bahr-i pür-huruş… Sanki bahir kelimesi de o sıfatla beraber şişiyor değil mi? Buna mukabil “derya-yı sakin” derim, çünkü derya kelimesi de sakin; onda da bir sükûn var ki sıfatı sıfatın manasından ziyade izah ediyor.”

Mai ve Siyah – Halid Ziya Uşaklıgil

.

13 Ekim, 2009

Mercedes Sosa'nın Ardından


(BBC)


“Geçen hafta sonu 74 yaşında ölen Arjantinli bir folk şarkıcısı Mercedes Sosa, müziğiyle Latin amerika'nın askeri diktatörlüklerine direnişin simgelerinden biriydi.”

  BBC böyle tarif etse de onu;

Artists are not political leaders. The only power they have is to draw people into the theater.”

cümlelerinin sahibi de oydu.

**Sanatçılar, birer siyasi lider değildir. Sahip oldukları tek güç, insanları tiyatroya çekmektir.
.

09 Ekim, 2009

Pasaj


  Bir yazarı sevmemenin elle tutulur bir nedeni olması gerektiğine inanmadım hiçbir zaman. Sevmek ve inanmak çok farklı şeyler ve ayrıldıkları nokta da tam olarak burada çetrefilleşiyor. Kişi Dostoyevski’yi sevmeyebilir. Neden mi? Sakalı uzundur, hastadır, kokuyordur, takıntılıdır, inatçıdır, kıskançtır, kumarbazdır, budaladır… Her ne kadar, ölümünden yüz yıl geçtikten sonra kullanılabilecek, “Dostoyevski’yi sevmemek” ifadesi absürt gibi görünse de, onunla aynı dönemde yaşayan biri için bu çok normal olmalıdır, aynen şu anda olması gerektiği gibi.

  Fyodor Dostoyevski’nin komşunuz olduğunu düşünün. Kumar oynamak için sizden borç aldığını ve borcunu da ödemediğini. Bir de, geri istemenize rağmen oralı olmadığını. Böyle bir adamı sever miydiniz? Tam da bu yüzden kimseyi sevmek zorunda değilsiniz. En küçük nedenler bile sevmeyi istemediğiniz bir kişiye olan sevgisizliğinizin en güçlü sebebi oluverir sizin için. Fakat burada bir ayrıntı var:

  “Dostoyevski’ye inanmıyorum” dediğinizde gülünç duruma düşersiniz.

  ***

  Foucault’yu sevmiyorum. Hayır, postmodernistleri sevmediğimden değil, Derrida’yı sevdiğim aşikar. Postmodernistleri sevmeyip Terry Eagleton’ı  sevmenin de çok kolay olduğunun fakındayım. Yine de Foucault’yu sevmememin nedeni bu değil.

  Kel olduğu için sevmiyorum. Gözlüklü olduğu için de. Bir de kameraya bakıp verdiği o ünlü poz için, Chomsky ile yayında tartıştığı için belki de, bilmiyorum. Tabii kii Foucault ile Dostoyevski’yi bir tutmuyorum; “Michel Foucault’ya inanmıyorum” dediğinizde kimse size gülmeyecektir muhtemelen. Ancak birini sevip diğerini sevmemenin, dehalarının büyüklüğüyle ilgili olmadığını söylüyorum sadece.

  Foucault’ya inanıp inanmama konusunda ise hiçbir fikrim yok henüz, inanın. Yine de tüm bunlar, Foucault okumama engel olmuyor.

  Önemli olan Dostoyevski’yi sevip ona inanmak ancak bunu okumadan yapmak değil; Foucault’yu sevmeseniz bile ona inanmak ya da inanmamak, ve fakat bunu yine de okuyarak yapmak sanırım.

  ***

Polisiye edebiyata gelince, Gaboriau’dan itibaren bu, ilk yer değiştirmenin peşinden gitmiştir: hileleri, kurnazlıkları, zekasının aşırı keskinliğiyle sunduğu suçlu kendini kuşku duyulamayacak bir konuma getirmiştir; ve iki yüksek zeka –katilinki ve dedektifinki- arasındaki mücadele, çarpışmanın esas biçimini oluşturacaktır. Suçlunun hayatını ve yaptığı kötülüklerin ayrıtılarını veren, suçlarını kendiliğinden itiraf edilen bir biçimde sunan ve çekilen azapları sayıp döken şu anlatıların iyice uzağında kalmaktadır: olayların ve itirafın sergilenmesinden yavaş bir keşif sürecine; azap anından araştırma safhasına; iktidarla olan fizik çarpışmadan suçlu ile dedektif arasındaki entelektüel mücadeleye geçilmiştir. Polisiye edebiyatın doğmasıyla ortadan yok olan yalnızca tek sahifelik suç destanları değildir; aynı zamanda köylü caninin şanı ve azabın karanlık bir şekilde kahramanlaştırılması da yok olmuştur. Halk çocuğu şimdi, ince gerçeklerin içinde, artık ne halk kahramanları ne de büyük infazlar vardır; suçlular burada kötü, ama akıllıdırlar; ve ağır ceza verilirse, bunun içinde acı çekmenin yeri yoktur. Polisiye edebiyat, suçluyu çevreleyen parıltıyı başka bir toplumsal sınıfa aktarmaktadır. Gazeteler ise gündelik olaylar başlığı altında, suçları ve bunların cezalandırılmalarının tekdüzeliğini destansız bir şekilde ele alacaklardır. Paylaşım yapılmıştır, halk suçlarından duyduğu eski gururundan vazgeçsin; büyük cinayetler bilgelerin sessiz oyunu haline gelmiştir.”

Hapishanenin Doğuşu – Azap Çektirmenin Görkemi, Michel Foucault

.

04 Ekim, 2009

Mercedes Sosa (1935 - 2009)


  Bir haber aldıktan sonra anlık tepkiler verip alelacele bir yazı yollamaktan pek hoşlanmıyorum, işin ucunda ölüm olsa bile.

  Bu kez kendimi tutamadım. Çok üzgünüm.

Mercedes Sosa & Joan Baez - Gracias a la vida

.

02 Ekim, 2009

Hürriyet, 1980 Ansiklopedik Yıllığı #2


(Önceki yazının devamı…

Hrriyet

Kronolojik yurt ve dünya olayları, geçen yılın içte ve dışta en önemli 10 olayı, Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanlarının ve başbakanlarının biyografileri, geçen yılın sanat olayları, son 10 yılda dünyadaki en önemli gelişmeler, sağlık bilgileri, dünyadaki dinler, 21. yüzyıl dünyası, enerji, ekonomik ve dünya hareketlerinin incelenmesi ve tarihi, coğrafi konuları içeren binlerce bilgi…

Fiyatı: 100 LİRA


  1979’DA DÜNYADA NELER OLDU?


1979’da Dünyanın Gözü İran’daydı…

Iran,1980 Ayatollah Khomeini  *Şah’ın ülkesini terketmesi, Humeyni’nin dönüşü, eski yöneticilerin ve Şah taraftarlarının idamları,  kargaşalıklar, çatışmalarla İran 1979’da da olaylara sahne oldu…

  16 Ocak 1979 Salı günü saat 11.30’da Tahran’ın büyük güvenlik önlemleri altındaki “Mahrabad” havaalanında “Şahin” adlı Boeing 707 uçağının kapıları ile birlikte İran’da da bir dönem kapanıyordu. Aylardır ülkesindeki karışıklıkları durduramayan İran Şahı Rıza Pehlevi, resmi açıklamalara göre, “sağlık nedeniyle, dinlenmek üzere” yanında eşi Şahbanu Farah ve çocukları olduğu halde özel uçağına bierek bir daha dönüşü olmayacak yolculuğa çıkıyordu.

Savaş Uzakdoğuyu 1979’da Bırakmadı…

 * Çin, Vietnam ve Kamboçya geçtiğimiz yıl birbirleriyle savaştılar…

* Ülkelerinden kaçan Kamboçyalıların dramına dünya seyirci kaldı…

  Sıcak, tropik sisler arasından, kara bir hayalet gibi, küçük Çin teknesinin silüeti belirdi. Direği ortadan kırılmış, güverte bomboştu. “Çıkın dışarı! Hong Kong’a geldiniz!” diye polis müdürü elindeki megafonla seslendi. Önce teknede yaşlı bir adamın kafası belirdi, ardından 285 kişi terkedilmiş gibi görünen tekneden dışarı çıktılar.


Bakkal Çıraklığından İngiltere Başbakanlığına

thatcher * Batı dünyasında ilk kez bir kadın başbakan oldu.

* İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, 1979’da seçimleri kazanan Muhafazakar Parti lideri olarak Başbakanlığa getirildi…

Saçları sarı ve özenle yapılmış. Gözleri mavi ve kendisinden farklı düşünen herkese hayretle bakıyor. Konuştuğu zaman ağzından çıkan sözcükler özenle seçilmiş ve kültür düzeyi yüksek bir sınıfın konuşma biçimini yansıtıyor. Belki de biraz fazla kibar bir konuşma biçimi bu. İngiltere’nin ve Avrupa’nın ilk kadın başbakanı 53 yaşındaki Margaret Thatcher’in ilk dikkati çeken özellikleri bunlar.

 

Kabe Baskını…


* İslam dünyasını ayağa kaldıran olayın faillerinin kolları ve bacakları kesildi…

* Olay, tüm İslam ülkelerinde büyük tepki yarattı…

“Elhamdülillah. Elhamdülillah!” Suudi Arabistan İçişler Bakanı Prens Salman Abdülaziz, Müslümanların en kutsal yeri Kabe’nin içinde bulunduğu Mescid ül Haram’ın, iki hafta süreyle burayı işgal eden silahlı saldırganlardan temizlendiğini açıklıyordu.


Butto’nun İdamı Nefretle Karşılandı…

Zulfiqar_Ali_Bhutto  *Pakistan’ın gelişmesinde büyük payı olan Zülfikar Ali Butto’yu ölümden kurtarmak için tüm demokratik ülkeler çaba gösterdiler. Ancak, Pakistan’ın seçimle gelen başbakanı 1979 Şubatında idam edildi…

Pakistan’ı Ravalpindi şehri uykudaydı. Saat gece 01.45’de cezaevinin ölüm hücresinin bulunduğu koridorun kapısı açıldı. Birkaç kişilik görevli heyet, koridorun sonundaki hücrenin sürgüsünü açtılar. Aylardan beri çektiği ıstıraplardan tanınmayacak hale gelmiş adam korkuyla uyandı. Savcı, 5 Şubat tarihinde Yüksek Mahkemenin onayladığı idam kararının infaz edileceğini yatağından doğrulan adama bildirdi. Ülkesinin kaderinin yıllarca elinde tutmuş olan 51 yaşındaki eski Pakistan Başbakanı Zülfikar Ali Butto’nun son dakikaları gelmişti.


Kara Diktatörlerin Sonu…

* Ülkelerinde binlerce insan öldüren Uganda diktatörü İdi Amin ile, Orta Afrika İmparatoru Bokassa çareyi kaçmakta buldular.

1979 yılı yaz ayları Afrika’nın en gaddar, en kanlı üç diktatörünün sonu oldu. Bunlar Uganda Devlet Başkanı İdi Amin Dada, Ekvator Ginesi Diktatörü Francisco Macias-Nguema ve Orta Afrika İmparatoru Bokassa.


I.M.F : Eli Sıkı Para Babası Kuruluş…

* Gelişmekte olan ülkeler 1979 yılında da uluslararası para fonu kuruluşunun isteklerine boyun eğmek zorunda kaldılar…

İster Türkiye, ister Portekiz, Peru, Mısır ya da Zaire olsun, gelişmekte olan ülkelerin hükümetlerine zorlu günler geçirten bir kuruluş var: Bu, kısa adı IMF olan , Uluslararası Para Fonu , 1979 yılında başta Türkiye olmak üzere pek çok ülkenin gazetelerinde en fazla yeri kuşkusuz merkezi Washington’da bulunan IMF aldı.


Hollywood’un Son Devi de Öldü…

0385_wayne_john  * Cary Cooper, Clark Gable, Humprey Bogart Tryone Power gibi Amerikan ve dünya sinemasına “altın devir” yaşatanların sonuncusu John Wayne’in ölümü ile Hollywood’da bir dönem kapandı…

Hollywood’un altın çağından kalan son dev de öteki dünyaya göçtü ve bir dönem kapandı. Gary Cooper, Clark Gable, Humprey Bogart gibi süper yıldızların ardından John Wayne de 11 Haziran 1979 günü uzun süredir meydan okuduğu ölüme yenik düştü.


Skylab Korkusu…

* ‘Düştü, düşecek, tepemize düşecek’ derken Skylab uzay laboratuvarı dünyaya tehlikesiz bir iniş yaptı. Ama, tüm dünyaya da 15-20 gün korkulu rüya yaşattı.

12 Temmuz 1979 günü bütün gazeteler günlerdir dünya kamuoyuna korkulu anlar yaşatan, milyonlarca kişiyi tedirgin eden uzay laboratuvarı “Skylab”in kimsenin burnunu bile kanatmadan dünyaya düşerek parçalanış haberini, “Düştü, kurtulduk”, manşetleriyle müjdeliyorlardı.

.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Web Analytics