28 Eylül, 2009

Çalışma Odaları, Rusya


   Fantezileri bir kenara bırakırsak;

  Puskhin Çehov 
                         Puşkin                                                            Çehov

  Dostoyevski        Tolstoy
                              Dostoyevski                                                                   Tolstoy 

  * Fotoğraftakiler, Çehov ve Tolstoy’dur.

.

25 Eylül, 2009

Ursdon: The Territory of Loneliness


Yalnızlığın Memleketi


  Kırk yıl önce beş yüzden fazla hanenin bulunduğu Kafkas köyü Ursdon’da ayakta kalabilen hane sayısı üçten ibaret.

  Not: VGIK mezunu olduğunu sonradan öğrendiğim bir hanımefendinin filmi bu, Mariya Kozlova’nın. O kadar belliydi ki öyle olduğu. Filmdeki Viktor’u izleyince… Tekrar izleyince… Tekrar izlemek istedim.

22 Eylül, 2009

Hürriyet, 1980 Ansiklopedik Yıllığı #1

 

  Günlük müstakil siyasi gazete Hürriyet, Gökhan Özgün ve Nihat Genç tarafından şu şekilde tarif edilmiştir:

“Hürriyet okunmaz, takip edilir. Hürriyet’in söylediğinin, haberinin gerçekliği önemli değildir. Hürriyet’in kendisi bir siyasi hakikattir. Hürriyet’in kendisi bir siyasi güçtür.”                   Gökhan Özgün

“Bu ülkede kimse Hürriyet okumuyorum diyemez. Hürriyet bu ülkeyi yönetir ve yönlendirir.”  Nihat Genç

  İşte bu gazetenin 1980 yılında yayımladığı yıllığı çıkardım kitaplığımdan. Bu yıllığın arka kapağında, yıllığın içeriği şu şekilde özetlenmiş:

Hürriyet Kronolojik yurt ve dünya olayları, geçen yılın içte ve dışta en önemli 10 olayı, Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanlarının ve başbakanlarının biyografileri, geçen yılın sanat olayları, son 10 yılda dünyadaki en önemli gelişmeler, sağlık bilgileri, dünyadaki dinler, 21. yüzyıl dünyası, enerji, ekonomik ve dünya hareketlerinin incelenmesi ve tarihi, coğrafi konuları içeren binlerce bilgi…

Fiyatı: 100 LİRA

 

  Tabii ki bu tip eski almanakları incelemek, her ne kadar Hürriyet’in o dönemki siyasal eğilimlerini yıllığa da yansıttığı açıkça görülse de,  birkaç sene önce basılmış bir almanağı incelemekten daha keyifli oluyor. Yine kitaplığımdan çıkardığım NTV Yayınları 2007 Almanağı ile Hürriyet’in 1980 Ansiklopedik Yıllığı’nı karşılaştırdığımda, Hürriyet’in yıllığının daha ilgi çekici olduğunu çabucak farkettim. Bunda en büyük pay, unutulmuş olması muhtemel olan çoğu olayın bu yıllıkta var olmasıyla beraber, bu olaylara şu anki bakış açımızla, o dönemin bakış açısı arasındaki farklılıkları ortaya çıkarmasında yatıyor. Hürriyet’in bu yıllığı, yukarıda bahsettiğim NTV yıllığıyla karşılaştırıldığında, daha çok bilgi ve detay içeriyor. NTV yıllığı, fotoğraflarla desteklenmiş ve her ayın önemli birkaç olayını uzun yazılarla anlatıyorken, Hürriyet’in yıllığının ilk yüz sayfası, günbegün yaşanan tüm olayları, “1979’un 365 Günü” başlığı altında ve  kısa metinler halinde okuyucuya aktarıyor. İlgi çekeceğini düşündüğüm bu yıllıktaki (özellikle de 1979 gibi bu ülke ve dünya için gayet önemli olayları içeren bir yıldaki) bazı detayları paylaşmak istiyorum. Öncelikle, 1979’un 365 Günü’nden seçtiğim rastgele birkaç günde yaşanan bazı olaylar şunlar:

22 Ocak 1979

  • Humeyni, İran’a dönmek için hazırlanıyor. Amerikalılar İranlı dini liderle iyi ilişkiler kurmaya çalışırken, İran Genelkurmay Başkanı, Humeyni’nin dönüşüne karşı çıkmayacaklarını bildirdi. İran’dan kaçan Şah ve ailesinin sahip oldukları servetin 625 milyar Türk lirası olduğu tahmin ediliyor. Şah ve ailesi, sirkeden motora kadar 105 firmayı kontrol ediyor.
  • Lahey Adalet Divanı’ndan sonra Avrupa Konseyi de Yunanlılar aleyhinde karar verdi. Böylece Yunanlılar, Türkiye’ye karşı ikinci kez yenilgiye uğradılar.
  • Başkent Kabil’deki yabancı elçiliklerin iddiasına göre, Afganistan’da aşiretlerin isyanını bastırma harekatını Sovyet subayları yönetiyor.
  • Bomba imha etmek için İngiltere’den getirilen iki robot, Ankara’da kullanılmaya başlandı. Robotlar uzaktan kumanda ediliyor.
  • Emekli olacak işçiler için emeklilik işlemine üç yıl önceden başlanacak. Emekli olan SSK üyesinin hak ettiği maaş elektronik beyinlerle hesaplanacak ve yeni sisteme göre sigortalı, emeklilik süresinin dolmasından hemen bir gün sonra bütün haklarını alabilecek.

1 Şubat 1979

  • Abdi İpekçi Milliyet Gazetesi başyazarı ve Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi, evine giderken otomobilinin içinde kurşunlanarak öldürüldü. Nişantaşı’nda oturduğu Maçka Karakol Sokağı’na saptığı sırada silahlı saldırıya uğrayan İpekçi’yi beyaz pardesülü birinin vurduğu, olaydan sonra yaya olarak kaçtığı ve ileride bir otomobile bindiği saptandı. Evli ve iki çocuk babası olan İpekçi, 50 yaşındaydı.

    Humeyni

  • 15 yıllık bir sürgünden sonra İran’a dönen Humeyni, Tahran’da iki milyon kişi tarafından karşılandı. Dini lider havaalanından 35 kilometre uzaklıktaki Şehitler Mezarlığı’na kalabalık yüzünden üç saatte gidebildi. Humeyni, İran’da “İslam İhtilal Konseyi” kurdu. Şah’ın adamı Bahtiyar Hükümeti’ne karşı kurulan konsey, yönetimi ele almak için harekete geçti. Humeyni, istifa etmedikleri takdirde Bahtiyar ve hükümet üyelerini tutuklatacağını açıkladı.
  • Traktör fiyatlarına, 55 ila 95 bin lira arasında zam yapıldı.
  • Ankara’ya gidip dönmek için 195 bin liraya özel uçak kiralayan işadamı Cabir Sak, geçen yıl sadece 2255 lira vergi ödedi.

1 Mayıs 1979

  • 1 Mayıs’ta meydana gelebilecek olayları önlemek amacı ile ilan edilen sokağa çıkma yasağı nedeniyle İstanbul sakin bir gün geçirdi. Halk evlerde, bütün gün devam eden televizyon yayınlarını izledi. Olağanüstü güvenlik önlemleri alındı ve bütün köşebaşları tutuldu. İstanbul’da korsan gösteri yapmak isteyen binden fazla gösterici gözaltına alında. Taraftarları ile beraber sokağa çıkan TİP Genel Başkanı Behice Boran, güvenlik kuvvetleri tarafından sıkıyönetime sevkedildi. TSİP Genel Başkanı Ahmet Kaçmaz da gözaltına alındı. İzmir’de DİSK’ten geçici süre ihraç edilen Maden-İş Sendikası’nın öncülüğünde yapılan miting olaysız geçti. Miting ve daha sonraki gösteriye 20 bin kişi katıldı.
  • 82 liralık baş fiyat 24 liraya kadar düşünce, Geyve’de tütün üreticileri başfiyatı protesto etti.
  • İran’da üç eski polis görevlisi daha idam edildi.
  • Türk Hükümeti tarafından Kıbrıs’tan geri çekilen asker sayısı 18 bin 750’ye ulaştı. Son olarak, 1500 kişilik askeri birliğin ilk bölümü Magosa’dan ayrıldı.

12 Haziran 1979

  • John Wayne Beyaz perdenin dev sanatçısı John Wayne 15 yıldır savaştığı kansere yenik düştü ve 72 yaşında öldü.
  • Katı kurla birlikte dertli hayat başladı. Başbakan Bülent Ecevit,  “Tünelin ucunda ışık göründü” derken, AP lideri Süleyman Demirel, “Paramız paçavraya çevrildi” şeklinde konuştu. Batılılara göre Türkiye, IMF’ye teslim oldu. İçkiye büyük zam yapıldı. Büyük Yeni Rakı 110 liradan 160 liraya çıkarıldı. Normal benzin 17 liradan 160 liraya, süper benzin ise 20 liradan 25 liraya yükseldi. Karaborsada dolar 60 liraya, Alman Markı 32 liraya fırladı.

27 Ağustos 1979

  • Aka Gündüz Ünlü ney üstadı Aka Gündüz Kutbay 48 yaşında öldü.
  • KAWA adlı yasa dışı örgütün doğu ve güneydoğuda 5 bin lira aylıkla asker toplayarak silahlandırdıktan sonra İran’a gönderdiği anlaşıldı. Toplananlar Van’ın Çatak ilçesinde eğitiliyor. Karadeniz bölgesinden sağlanan silahlar da İran’a kaçırılıyor.
  • Apocuların devlet dairelerine sızdığı tespit edildi.
  • Frankfurt’ta THY Bürosu bombalandı. Patlamanın şiddetinden, büronun karşısında bulunan tren garının camları kırıldı.
  • Amerik, kocası iltica eden Rus balerini Ludmilla’nın ülkesine dönmesine ve Sovyet uçağının hareketine izin verdi.
  • Adana ve Haruniye’de 12 kişi yakalandı. 6 kişinin katili olan Ferhat Tüysüz, “Ülkücü arkadaşlarım bana eylem yapılacak yeri gösterirlerdi. Eylemi ben yapardım” dedi. Samsun’da üç kişi öldürüldü.

24 Eylül 1979

  • Yurdun çeşitli yerlerinde meydana gelen anarşik olaylarda toplam 11 kişi hayatını kaybetti. MHP Bakırköy eski ilçe başkanı, Kocasinan’da emekli bir astsubay tabancayla vurularak öldürüldü.
  • İran’da üç eski senatör daha kurşuna dizildi.
  • Buz pateni dünya şampiyonu Sovyet çifti İsviçre’ye sığındı.
  • İsrail, 4 Suriye jetini düşürdü.
  • Orta Afrika Cumhuriyeti’nin yeni Başkanı David Dacko, Fransa’dan ayrılarak Fildişi Sahiline sığınan devrik imparator Bokassa’nın ülkesine karşı işlediği suçlar nedeniyle idama mahkum olduğunu ve iadesini isteyeceklerini açıkladı.

28 Kasım 1979

  • Papa II. John PaulPapa İkinci John Paul uçakla Ankara’ya geldi ve Esenboğa Havaalanı’nda ilk defa ayak bastığı Müslüman ülkenin toprağını öptü.
  • Urfa’nın Hilvan ve Siverek ilçelerinde gizli Kürt Partisi kuran 242 Apocu yakalandı. İstanbul’da iki genç öldürüldü, bir gencin cesedi bulundu. Polis otosu taranı ve bir polis yaralandı. Maçka Maden Fakültesi’nde forum yapan 300 öğrenci gözaltına alındı. Kayseri’de kahve tarandı 5 kişi can verdi.
  • Middle East dergisi Süleyman Demirel’i kapak yaptı.
  • Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Waldheim “İran olayları barışı tehlikeyi düşürdü” dedi. Humeyni Dışişleri Bakanı Beni Sadr’ı görevinden aldı.

31 Aralık 1979

  • Alfred Hitchcock Korku filmlerinin büyük prodüktörü Alfred Hitchcock’a İngiltere Kraliçesi Elizabeth tarafından “Sir” ünvanı verildi.
  • Ruslar Afganistan’da direnişe karşı imha hareketine girişti. 400 Müslüman gerilla öldürüldü. Moskova tarafından yapılan açıklamada Çin, Amerika ve Mısır gerillaları silahlandırmakla suçladı.
  • Yeşilköy Havaalanı’na bomba koyanlar Bulgar uçağına binip kaçtı. Yolcu listesinde Ermeni asıllı kişilerin bulunduğu saptandı.
  • Diyarbakı Belediye Başkanı Mehdi Zana hakkında Sıkıyönetim Savcılığı tarafından”Kürtçülük propagandası” yaptığı gerekçesiyle soruşturma açıldı.


(Rastgele seçilmiş bu birkaç gün dışında, almanaktaki 1979’un 365 Günü başlıklı bölümün tamamı çok ilgi çekici sahiden. İnsan tüm gün oturup bu bölümü inceleyebilir. Bir sonraki yazıda, 1979’un 365 Günü isimli bölümden sonraki, “1979’da Türkiye’de Neler Oldu” ve “1979’da Dünyada Neler Oldu” başlıklı bölümleri paylaşacağım.)

.

18 Eylül, 2009

So You Want to Write a Fugue?


  Bir Glenn Gould bestesi…  

 

 

fugue

So you want to write a fugue?

So you want to write a fugue.
You got the urge to write a fugue.
You got the nerve to write a fugue.
So go ahead, so go ahead and write a fugue.
Go ahead and write a fugue that we can sing.

Pay no heed, Pay no mind.
Pay no heed to what we tell you,
Pay no mind to what we tell you.
Cast away all that you were told
And the theory that you read.
As we said come and write one,
Oh do come and write one,
Write a fugue that we can sing.


Devamı…

 

 

.

13 Eylül, 2009

Andrei Rublev ve Yunan Theophanes #3 (Doğru Anlayış, Gösterişsiz Sadelik ve Cehalet)


  Yavaş yavaş tüm filmi Türkçeye çevireceğim sanırım. Tarkovski’nin başyapıtı Andrei Rublev’in en önemli sahnelerinden biri daha: Kirill ve Theophanes karşılaşıyor.

  (Not: Felsefe, top sakal bırakıp uzaklara bakarak yapılmıyor tabii sadece. Bir de Tarkovski gibiler var.)


  YUNAN THEOPHANES
  Yaz-Kış-Bahar-Yaz
  1405-1406


Kirill:  Kimse var mı?

Theophanes: Bakmaya mı geldin?

Kirill:  Evet, bakmaya.

Theophanes: Bak o zaman. Yakında bitireceğiz.

Kirill:  Sanırım sen Yunan Theophanes’sin?

Theophanes: Niye bana bakıyorsun? O tarafa bak… Neredensin?

Kirill:  Andronnikov Manastırı’ndan.

Theophanes: Andronnikov Manastırı mı? Andrei Rublev sen misin?

Kirill:  Hayır.

Theophanes: Herkes bu Rublev’i övüyor.

Kirill:  O iyi, fakat bu kadar değil. Nefis renkler. Tanrım, sadece…

Theophanes: Neden beni övmeyi bıraktın,? Devam et.

Kirill:  Yapamıyorum. Doğru kelimeleri bulamıyorum. Konstantin Kostechevsky, “Ancak doğru anlayışla özü (tözü) kavrayabilirsin” derken haklıydı. Fakat Andrei… Onun yüzüne de söyleyeceğim… Benim kardeşim gibidir. Yeteneklidir, doğru: İyi boyar. Ustalıkla. Ama bütün çalışmalarında bir eksik var… Huşu yok, inanç yok… Ruhunun derinliklerinden gelen bir inanç yok. Sadelik yok. Epiphanius’un “Aziz Sergeius’un Hayatı"’nda söylediği gibi: “Gösterişsiz sadelik”. İşte o, bu. Bu kutsal. Gösterişsiz sadelik. Daha iyi ifade edilemezdi.

Theophanes: Görüyorum ki zeki bir adamsın.

Kirill:  Öyleyse bu iyi bir şey mi? Cahil olup da başka birinin kalbinin sana rehberlik etmesi daha iyi olmaz mıydı?

Theophanes: Büyük bilgeliklerde büyük ızdıraplar vardır.

Kirill: Ve kim bilgisini artırırsa, ızdıraplarını da artırır…

   Bağlantılar:

- Andrei Rublev ve Yunan Theophanes  1  2

.

08 Eylül, 2009

Fantezi Nedir? ~ "Private Library"


   TDK: (isim) - Sonsuz, sınırsız hayal, fantazya.

  Bir okurun, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza isimli romanındaki cinayet anını okurken heyecanlanması gayet normaldir. Ve fakat bu roman, okur için polisiyeden öteye geçemiyorsa ve sonuna kadar “acaba şimdi n’olacak” iç sesleriyle okunuyorsa, orada bir sorun var demektir. Kitapların, en altta yazarın düşünsel derinliğine direkt bağlı olmak üzere, belirli derinliklerde anlaşıldığını kabul edersek; ilk cümlede örneklendirilen tarzdaki bir okurun (oldukça yüzeysel), yolda, parkta, kumsalda, çayırda, bayırda, dağda ve ovada kitap okuyabileceğini iddia etmesi anlaşılabilir bir durumdur. Gerçekten de bu seviyede bir okuma eylemi için spesifik koşullara ihtiyaç yoktur.

  Ancak derinlikli bir okuma anlayışı olan insanlar ve nitelikli bir metni diğerlerinden ayırabilenler, her yerde ve her koşulda kitap okunamayacağını bilirler. Konsantrasyonu sağlayacak; sessizlik, konfor (ilk akla gelen manada değil), zihinsel yoğunlaşma ve benzeri faktörlerin bir araya gelmesi durumunda kayda değer bir okuma yapılabilir. Bir çalışma ve okuma odası için bu gibi koşullar olmazsa olmazlardır.

  Öyledir, öyledir de… Bir sınırı var tabii…

Private Library
<

   Bağlantılar:

- Mimar Andrew Berman

- Tutku Nedir? ~ “Appassionata

.

06 Eylül, 2009

Sanatçıya İnanmamak, Lang Lang


  "Adamın ellerine bak, makine gibi!"

  Arkadaşım şoke olmuş bir halde Lang Lang'ın bir kaydının videosunu bana yollarken, başka birkaç hayranlık ifadesiyle beraber bu tabiri de kullandı. “Makine gibi!” Lang Lang bahsi açılınca ben de önceki yazımda sanatçıya inanmak başlığını kullandığım için, kendisinin bu konuya cuk oturduğunu ve onun için de bir yazı yazmanın yerinde olacağını düşündüm.

  Lang Lang, dünya çapında şöhrete ulaşmış (“düşmüş” daha yerinde olurdu) Çinli bir piyanist. Şöhrete “ulaşmak” ne kadar yanlış bir tabirse, Lang Lang için piyanist ifadesini kullanmak da bir o kadar yanlış sanırım. Piyanist kelimesi sanatı ve sanatçıyı çağrıştırdığı için, Lang Lang ve onun gibiler için sanatçı nitelendirmesi yapmak en büyük günahlardan olsa gerek, kelimenin dini anlamını bir kenara bırakırsak.

  Lang Lang aslında bir şovmen, bir meta. Her gittiği yerde dolu tribünlere oynayan (*tribünlere oynamak), aşırı jest ve mimiklerle eserlerini icra ettiği büyük bestecilere saygısızlık yapan, ekranların güler yüzü, reklamların aranılan adamı, Çin’in önemli ihracat kalemlerinden biri.

 


”26-year-old Lang Lang has played sold out recitals and concerts in every major city in the world. Last year over 5 billion people viewed his performance in Beijing’s opening ceremony for the Games of the XXIX Olympiad and earlier this year he was named as one of Time Magazine’s 100 most influential people.”

  BBC Music Magazine, geçen ay attığı e-posta ile böyle tanıtmıştı Çinliyi. Royal Albert Hall’daki konser biletleri için ortalığı yıkan BBC’nin yaptığı tarzda övgüler düzülüyor Lang Lang için son zamanlarda. Yeteneklerinin sınırsızlığından ve bu yüzyıla damgasını vuracak üç beş müzisyenden biri olduğundan dem vuruluyor. Birkaç “kendini bilmez” eleştirmen hariç müzik dünyası çok sevdi onu. Lang Lang aşağıya, Lang Lang yukarıya.

  Sahiden komik duruyor Lang Lang piyano başında. Amacım, müzisyenin işine yoğunlaşırken (normal olarak) aldığı hal ve tavırlarla dalga geçmek değil tabii ki. Ancak Lang Lang’ın jest ve mimikleri hiç samimi değil. Ona inanmamanız için her şeyi yapıyor neredeyse. Esere konsantre olamıyor ve fakat Lang Lang’a kilitleniyorsunuz. Peki Lang Lang yeteneksiz mi? Katiyen! Üst düzeyde bir yeteneği var, kıskanılacak kadar. Ancak onun şanssızlığı hem abartılı ve samimiyetsiz tarzından, hem de Çinli olmasından ileri geliyor sanırım. Düşününce, kaç klasik müzik sanatçısı geliyor ki aklınıza Çin’den? (Burada Yo-Yo Ma’nın kulakları çınlamaz, Paris doğumlu kendisi.) Böyle olunca da Çin tuttuğunu koparıyor tabii ki. İnek sağar gibi sağıyor müzisyeni.

       
 Lang Lang – Haydn                                                   Lang Lang (Seance photos) 

 

  Sanatçıya inanmak derken, sanatçının kişiliğini ve sanatı dışındaki düşüncelerini işin içine katmamak gerektiğini düşündüğümü söylemiştim. Ancak Lang Lang, sanatını icra ederkenki duruşuyla, bu düşüncenin kapsamına girmediğini net bir şekilde gösteriyor. Beethoven icra eden bir adamın olması gereken hassasiyette ve samimiyette olduğuna inanmıyorum onun, tüm yeteneklerine rağmen. Beethoven konçertolarını içeren albümünün kapağındaki pozu da (aşağıda) bunu kanıtlar nitelikte.

  Lang Lang’ı piyanist Earl Wild’ın cümlesiyle özetleyebiliriz sonuç olarak:

''the J.Lo of the piano.''

.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Web Analytics