30 Nisan, 2009

Küçük Küplerden Ev


   On dakikalık bu harika animasyonun (La maison en petits cubes) yaratıcısı Kunio Kato isminde bir Japon. Sadece Japon ifadesini kullanmamın nedeni, bu kişinin IMDB'deki profiline baktığımda, '77 doğumlu ve bu filmin yaratıcısı olmasından başka hiçbir bilgiye ulaşamamamdır. 2008 yılında En İyi Kısa Animasyon dalında OSCAR'ı da kazanan (thank you'dan ibaret teşekkür konuşması) bu filmin çizimleri ve müzikleriyle desteklenen sadeliği beni çok etkiledi. Bu kadar çok etkilenmem, böyle bir hayata özenmiş olmamdan da kaynaklanıyor olabilir ayrıca.

   Denizin içindeki evinin, denizin hemen üstündeki katında yaşayan yaşlı bir adam, deniz seviyesi yükseldikçe evine yeni bir kat çıkarak yukarıya taşınmaktadır ve bir gün alt kata düşürdüğü piposunu almak için suya girince her katta başka bir anısı canlanır ve denizin dibine kadar iner...



Bağlantılar:

- IMDB
.

24 Nisan, 2009

Dostoyevski: Daha 1000 Yıl Okunacak


   Bir kitapçıya gidin ve romanların olduğu bölümün, üzerinde 'yabancı' etiketi bulunan raflarının önünde dikilin. Muhtemelen orta raflardan birinde Dostoyevski'nin romanlarının yanyana dizildiğini göreceksiniz. İlk gözünüze çarpacaklar: Karamazov Kardeşler, Suç ve Ceza, Budala, İnsancıklar... Biraz daha dikkatle incelerseniz Kumarbaz, Cinler, Beyaz Geceler, Delikanlı, Ölüler Evinden Anılar ve birkaç kitabı daha göreceksiniz.

   Şimdi elinize İnsancıklar'ı alın. Elinizde hangi yayınevinin kitabı olursa olsun muhtemelen arka kapağında şunlar yazıyor:

"... Belinski onu övgülere boğdu, şair Nekrasov "Yeni bir Gogol doğdu" diye haykırdı."

   Şimdi de yukarıda saydığım kitaplardan herhangi birini ya da bir başka Dostoyevski kitabını elinize alın ve eğer ön sözden önce yazarın hayatının özetlendiği bir bölüm varsa orayı okuyun. Yine yazının içinde bir yerde kuvvetle muhtemel şu cümleyle karşılacaksınız:

"... Belinski onu övgülere boğdu, şair Nekrasov "Yeni bir Gogol doğdu" diye haykırdı."

   Yalnız dikkat edin, Belinski övgüye boğar, Nekrasov ise haykırır. Bu insanlar yaşamları boyunca başka bir konuya ilgi duymamışlardır. Belinski ve Nekrasov'un tüm uğraşları Dostoyevski'yi övgüye boğmaktan ibarettir.

    Şaşırmadım. 'Dostoyevski: Daha 1000 yıl okunacak' dosyasıyla piyasaya sürülen iki aylık edebiyat dergisi Notos’un 15. sayısının (Nisan-Mayıs) Dostoyevski ile ilgili olan ilk yazısının giriş cümleleri de bu şekilde. Belinski'nin coşkulu övgülerinden söz ediliyor İnsancıklar'ın yayımlanmasından sonraki dönemde. Bu yazı René Wellek'e ait.

   Aslında Notos'un 'Dostoyevski dosyası' olarak tanımladığı bu çalışmayı bir Dostoyevski sayısı olarak ele almamız mümkün olsa da, detaylı bir Dostoyevski dosyası hazırlandığını söylemek pek olası gözükmüyor. Buradaki vurgu, detaylı kelimesinden çok 'dosya' kelimesindedir. Sayıyı hazırlayan ekip, editöryel bir anlayışla ana bir yazının etrafında başka yazılarla bu yazıyı beslemek yerine, Dostoyevski ile ilgili çeşitli zamanlarda yazılmış yazıların çevirilerini (ve birkaç orijinal Türkçe kritikle beraber) art arda koymak suretiyle bir sayı hazırlamış. Sırasıyla bu yazıların sahipleri: René Wellek, D.H. Lawrence, Demir Özlü, Irwing Howe, Sabri Gürses, Georg Lukács, A. Ömer Türkeş, Marcel Weinreich. Bunların yanında Nikolay Berdyaev, André Gide, Henri Troyat gibi önemli yazarlardan da, diğerlerine nispeten daha kısa pasajlarla alıntılar yapılmış. Son olarak Dostoyevski'nin Çam Ağacı ve Düğün isimli öyküsü Sabri Gürses çevirisiyleyer alıyor.

  İlk yazının giriş cümlelerinin Belinski'den alıntı olmasına şaşırmama rağmen, bunu seçimin René Wellek şeklinde yapılmasından doğan bir tesadüf olmasına yorabiliriz. Ancak Dostoyevski sayısının, bir sürü çevirinin arka arkaya dizilmesiyle oluşturulmasını yadırgadım  ve fakat bunun nedeniyle ilgili bir tespit yapamadım Belinski örneğinde olduğu gibi. Kısa zamanda oldukça fazla sayıda okuyucuya ulaşan bu derginin çok daha iyisini yapabileceğini düşünmüştüm bir arkadaşımın bu sayıdan beni haberdar etmesinden sonra.

   Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; yazarla ilgili doğru ve tatminkar tespitlerin yapıldığı, eserleriyle ilgili farklı bakış açılarından önemli yazıları bir arada bulunduran gayet doyurucu bir sayı olmuş Notos'un on beşinci sayısı. Kitaplığınızın bir köşesinde bu sayı için yer ayırmak doğru bir hareket olacaktır; hakkını yemek istemem bu açıdan bakınca. Eleştirimin dayanak noktası, Semih Gümüş'ün ön sözde dillendirdiği "Notos'un bu sayısı da 25 yıl okunabilir" cümlesidir. Derginin ihtiva ettiği yazılar yirmi beş yıl okunabilir. Hatta bunun mütevazi bir tahmin olduğunu söylemeliyim, beklenir ki Dostoyevski zihnen yaşadıkça -sonsuza kadar- bu yazılardan bazıları değerini koruyacaktır. Ancak bu konuda Notos'un katkısı nedir, hangi noktadadır, bu konuda şüphelerim var. Herhangi bir derginin bir sayısını Dostoyevski'ye adayıp böyle yazıları bize ulaştırması, en azından aralarında başka yerde bulabileceğiniz yazılar olsa bile bunları bir araya getirip basılı bir şekilde elinizde bulunma imkanını size sağlaması az bir şey midir? Kesinlikle hayır! Böyle bir sayı için Notos'a teşekkür ederim. Ancak bu çeviriler ve birkaç yeni yazı bu sayının yirmi beş yıl okunmasını iddia edecek (muhtemelen okunacaktır) ve bundan paye çıkartmayı sağlayacak kadar önemli midir? Belki de önemlidir.

   İçerikle ilgili birkaç kelam daha edecek olursam, daha önce de İngilizcesini okuduğum D.H. Lawrence ve Irwing Howe'nin yazılarını çok önemli buluyorum. "Dostoyevski'de her zaman olduğu gibi, şaşırtıcı bir keskin zeka itici bir sapkınlıkla iç içe geçmiştir. Ahlak temelinde şeytana gösterdiği düşmanca tutum yine ona beslediği gizli hayranlıkla karışmıştır. Hep sapkın. hep katışık, hep şeytani bir düşünür ve hep olağanüstü bir vizyoner olmuştur Dostoyevski" diyen Lawrence'nin Dostoyevski'nin sapkınlığını "insanları yönetmeyi üstlenen bu çok yaşlı bilge kişiyi Büyük Engizisyoncu yapması"nda anlamlandırması önemli bir nokta.

   Ayrıca Georg Lukács'ın yazısındaki Dostoyevski'nin karakterlerindeki -somut, gerçek- ümitsizlik ile batılı gösterişçi ve sahte umutsuzluk arasındaki farkın çok güzel izah edildiği bölüm haricinde; Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler'in devamı olarak tasarladığı şeylerin içinde Alyoşa'nın "önce bir süreliğine ateist, daha sonra inançlı, ardından dindar ve bağnaz ve en sonunda yeniden ateist" olacağının belirtildiği bölüm ilk bakışta ilgimi çeken noktalardandı.

   Öteki olarak bilinen Dostoyevski romanıyla ilgili olan Sabri Gürses yazısı belki de en çok ilgimi çeken noktaydı dergideki. Gürses, bu romanının isminin Türkçeye neden "öteki" olarak çevrildiğine anlam verememesiyle ilgili olarak ele aldığı bu yazıda önerdiği "İkiz" karşılığıyla paralel olarak bu romanla ilgili kısa bir inceleme ele almış ve ilgili çekici bir yazı yazmış. Ayrıca yazının bir noktasında İkiz'i Quake, Doom, Half-Life gibi oyunlarla ilgili birkaç noktayla ilişkilendirmesi de gülümsetti beni.

   "Nekrasov'un cenaze töreni ve Dostoyevski'nin konuşması" (Korolenko) isimli yazının ise havada kaldığını düşünüyorum. Konmasa da olacak türden bir yazıymış bu sayıya.

   Benim de daha önce bir yazımda (Dostoyevski'nin Mektupları) değindiğim mektuplardan da bir iki örnek konmuş dergiye. Daha önce de bahsettiğim gibi son olarak da "Çam Ağacı ve Düğün" isimli bir Dostoyevski öyküsünü içeriyor bu sayı.


   Yakınlarınıza duyabileceğiniz bağlılığın en uç noktaları neyse, ben çok daha fazlasını hissettim Dostoyevski'ye karşı hep. Tam ergenlik çağında onunla tanıştım ve bütün hayatım değişti.
Bu kadar basit. Tamamen farklı bir yönelime sahip olmamı sağlayan bu adamla ilgili takıntılarımı burada ortaya dökmek istemiyorum ancak şunu söyleyebilirim: Babanıza manen ne kadar bağlı ve onu ne kadar çok seviyorsanız, benim de fikren öyle bir bağlılığım ve sevgim var Dostoyevski'ye karşı. Onunla ilgili elime geçen hemen her şeyi okudum diyebilirim defalarca. Onun için bir değil, bin yazabileceğim bu adamla ilgili yazıyı burada noktalamazsam kontrolden çıkacağımı farkedip kesiyorum.

   Ayrıca Notos'un Dostoyevski özel sayısının giriş paragrafında şu cümelelere yer vermesini ise komik buldum: "Belki aynı zamanda bir deha olan Dostoyevski...".

   Her açıdan komik, bir değil.


Bağlantılar:

- Notos Blog: 15. Sayı

- İlgili Yazılar: 1 2 3
.

12 Nisan, 2009

Tut

 


   *Rss okuyucusu kullananlar siteye girmeli.

   Bağlantılar:

- Kaynak
.

07 Nisan, 2009

Yazmayı Bırakmak?


  Ntvmsnbc’nin haberine göre Gabriel García Márquez yazmayı bırakmış. Yazarın yayıncı temsilcisinin (menajerin afilisi) “García Márquez'in bundan sonra hiçbir şey yazacağını düşünmüyorum” dediği söyleniyor ve Márquez’in önceki açıklamaları da göz önünde bulundurunca “Márquez okurları kaygıya kapılmış”. Bunun üzerine Pınar Kür, Mario Levi, Buket Uzuner, Ahmet Ümit gibi “üstat”lara n’olacak bu Márquez’in hali diye sormuşlar.

  Kür, “Hatta bazen –bunu Márquez' için söylemiyorum ama- çok sevdiğim yazarların eski kitapları yanında yeni kitaplarını beğenmiyorum. Belli bir zirveye vardıktan sonra daha az değerli esereler yazabiliyorlar. Bence belli bir yerde bırakmayı bilmek de bir erdemdir.” demiş.

  Uzuner, “Benzer yaşlarda Nobelli iki yazardan söz ediyoruz. Bunun yazarın tükenmesiyle ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Hele Márquez için... Bu geçici bir istek de olabilir, bıkmış da olabilir.” demiş.

  Levi, “Tabii ki Márquez'in yeni yazabileceği kitapları her zaman için heyecanla okumak isterim de, o kadar çok yazdı ki Marquez, bundan sonra artık yazmasa da olur.” demiş.

  Ahmet Ümit, “Kafka” demiş. (?)

  Bir araya getirirsek: “Nobel almış bir yazar var, üstat olarak algılanıyor ve zirvede. Artık yazsa n’olur yazmasa n’olur. İstese yine kusursuz şeyler yazar ancak artık arşa yükseldiği için bırakabilir yazmayı, canı sağolsun. Kafka.”

  Yukarıdaki haberi okuyunca Notos Öykü’nün bir sayısında yazmayı bırakanlarla ilgili bir dosyanın hazırlandığını hatırladım ve (Ret yazarları, Yazmayı niçin bıraktılar?) Notos’un o sayısını Google’de aradığımda Doğan Hızlan’ın bir yazısı karşıma çıktı. Tolstoy, Rimbaud, Oscar Wilde gibi örnekleri alıp yazısına koymuş Hızlan.

  Tabii ki böyle çok örnek var. Eğer yazmak deyince, yazdıklarını bir kitap haline getirip yayımlatmak geliyorsa akla; başka tonla yazar da var çeşitli nedenlerle yazmayı bırakan. Eğer yazar deyince yazdıkları basılan ve bundan para kazanan, bunu meslek edinen kişiler geliyorsa akla; birçok yazar var sıkılıp bırakan. Ancak Marquéz’in menajeri tarafından yapılan açıklamaları da düşününce, Harry Potter serisinin yazarının “hikayeyi burada kesiyorum, bir daha yazmayacağım” demesinden ne farkı var bu yapılanın?

  Eğer bir yazar “bıraktım” dedikten sonra da küçücük bir kağıt parçasına bir şeyler karalamak dahi içinden gelmiyorsa o zaman gerçekten bırakmış demektir. Ya da yazdıklarını başkalarına da sunma kısmında cimri davranıp yazdıklarını sadece kendine de saklayabilir. Ancak bunun yazarın menajeri tarafından, bir pop-müzik yıldızının sahnelere veda etmesi gibi açıklanması, samimiyeti ortadan kaldırıyor kuşkusuz. Bir de durum sadece kitaplarının basılmayacak olmasından ibaretse artık ve böyle yaygara koparılarak her yerde haberi yapılıyorsa, gözümde Adnan Şenses’in sahnelere vedasından hiçbir farkı yok bunun. Her an bir dönüş olabilir ve yeni bir kitapla karşılaşabiliriz. Ve hatta şu anda hazırlanıyor bile olabilir. İyi tarafından bakarsak, artık çok sevdiği Shakira’yı rahat rahat soyup onu övebileceği, ona özel senaryolar yazabileceği bol bol vakti olur belki de yazarın. Bu da bardağın dolu kısmı.

   Bir tarafta, Büyük Bir Günahkarın Yaşamı’nı bitirmeye çalışırken ölen Dostoyevski varken bu tip sahnelere vedalar komik duruyor gerçekten. Şimdi bu yazıyı bitirilebilecek en güzel şekilde bitireceğimi düşünüyorum bu alıntıyla:

  "Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kâğıt kalem aldım, oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım."

Sait Faik Abasıyanık

  Bağlantılar:

- Haber

- Doğan Hızlan: Yazmak Bırakılır mı?
.

05 Nisan, 2009

Pasaj

   “Kendini bir şeye adamak gelişmemiş olmaktır. Matthew Arnold kültürün toplumsal ilerleme olduğuna inanmış olsa bile Amerikan İç Savaşı’ndaki köleliğe ilişkin tartışmada taraf tutmayı reddetmiştir. Kültür siyasetin panzehiridir; denge çağrısıyla fanatik dar görüşü yumuşatır; benliği taraflı, dengesiz, mezhepçi her şey tarafından lekelenmekten sakince korur. Aslında, postmodernizmin liberal hümanizmden hoşlanmamasının altında, bu görüşü katı konumlar karşısında duyduğu çoğulcu tedirginlikten fazlası, belirlenmişi dogmatikle karıştırması yatar. Kültür bir kapitalizm eleştirisi olabilir; bununla beraber, kapitalizmin karşıtlarının da eleştirisidir.”

   İlk cümle önemli ve fakat bir o kadar da tartışmalı, polemiğe açık.


* Kültür Yorumları (The Idea of Culture) - Terry Eagleton
   (Ayrıntı Yayınları, Sayfa 27, Çeviri: Özge Çelik)
.

01 Nisan, 2009

Django Reinhardt

 
   Django Reinhardt - Minor Swing
  

   Naçizane, üç adet el dizayn ettim. Bunlardan ilki sıradan olanı. Muhtemelen sizin eliniz de buna benzer, hiçbir özelliği olmayan bir el. İkincisi Rachmaninoff’un eli, daha önce konu ettiğim. Üçüncüsü ise Django Reinhardt’ın eli, ben yaptım.

norm rach django

          Norm                                   S. Rachmaninoff                                 Django Reinhardt


   Django Reinhardt, Belçikalı bir çingene. Tüm zamanların en iyi caz gitaristlerinden biri. Akor  basarken kullanabildiği son iki parmağı hariç tüm sololarını işaret ve orta parmağıyla atan Reinhardt, günümüzdeki birçok gitar virtüözünün ilahı.

   Bir yangında bu hale gelen parmaklarıyla neler yapabildiğini duymak için Youtube’u kullanabilirsiniz. Tabii ki ben söylemeden de kullanabilirdiniz, ben teşvik edeyim dedim. Minor Swing gibi bir şaheserle başlamak da akıl karı. İki parmakla bunları yapabildiğine inanmak zor gerçekten.
     

     Bağlantılar:

- İlgili Yazılar:  1   2

.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Web Analytics