Bu sabah, marketteki gazete ve dergileri kendimden geçmiş bir şekilde incelerken (dergilerin çoğunu orada okuyup para vermiyorum), Theo Angelopoulos’un senaristi, çevirmen ve yazar, Petros Markaris’in röportajına rast geldim Taraf gazetesinde. Markaris’in, röportajı yapan Sibel Oral isimli hanımefendinin, “Şiir nasıl ayrılıyor? Yunanistan’da şiir romana göre çok daha önemli sanırım...” (Türk edebiyatıyla karşılaştırmasını istiyor) sorusuna verdiği cevap, mülakattaki ilgimi çeken noktaydı:
“İşte orada Türk edebiyatıyla ayrılıyor. Yunanistan’da edebiyat demek şiir demektir. Ayrıca mesela Yunan edebiyatında üslup konudan çok daha önemlidir. Ama bu durum birçok şeye engel oluyor. Mesela Avrupalılar Yunan romanlarını okuyorlar ve “ee bir şey olmuyor” diyorlar roman için. Çünkü bizim için önemli olan üslup, konunun ne olduğu değil.”
Bu paragrafı okuyunca, geçen hafta yazdığım yazıdaki bir cümlede, absürt-saçma ikileminde kaldığımı ve Halid Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah isimli romanından, defterlerimden birine kaydettiğim bir paragrafın aklıma geldiğini hatırladım. Kendi yazımdaki takıldığım nokta, bir şeyin mantıksız olduğunu anlatmak için kullandığım absürt kelimesinin yerine neden saçma kelimesini kullanmayı tercih etmediğimdi. Bu kelimelerden birini seçip kullanacağım cümleyi, ayrı ayrı ve yüksek sesle okuduğumda, saçma kelimesinin yazının gidişatına göre çok agresif durduğunu düşündüm ve Halid Ziya’nın pasajı da tam bu noktada zihnime takıldı. Bu pasajı paylaşmadan önce Markaris’in bahsettiği Yunan şiirinden ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile birlikte Nev-Yunanilik eğilimini başlatan Yahya Kemal Beyatlı’dan birer örnek vermek istiyorum.
Gözkapakları / Andreas Embirikos
Her zamanki gibi çileden çıkmış su
Bir şelale gibi düşüyor yıllar
Ve bir feryat ürkütüyor kuşları.
Fakat bahçeler kayıtsız bunlara
Mutluluk kozalakları ıslık çalar yapraklarda
Elmalar kıpkırmızıdır
Ve yoldan geçen biri koparır birkaç tane.
Çeviri: İsmail Haydar Aksoy
Sicilya Kızları / Yahya Kemal
Sicilya kızları, uryân omuzlarında sebû,
Alınlarında da çepçevre gülden efserler,
Yayar bu mahfile a‘sâbı gevşeten bir bû;
Ve gözleriyle derinden bakar, gülümserler
Sicilya kızları, uryân omuzlarında sebû...
Hadîkalarda nevâ-gîr iken şadırvanlar,
Somâki kurnalarından gümüş sular dökülür;
Ve hep civâra serilmiş kadîfe dîvânlar
İçinde, bûseden ölmüş vücûdlar bükülür,
Hadîkalarda nevâ-gîr iken şadırvanlar...
Gerer beyaz kuğular nâzenîn boyunlarını;
Füsûn-ı nevm ile, görmez bu âteşîn ravza
İçinde dalgalanan huzûz-ı rehâvetle hâvz-dan havza,
Gerer beyaz kuğular nâzenîn boyunlarını...
Absürt-saçma örneği ile Markaris’in bahsettiği üslup anlayışından yola çıkılan bir yolda durulabilecek en güzel durak olan bu Halid Ziya pasajı arasında pek bir benzerlik de yok aslında. Varsa da, temel zemindeki bir fikir yakınlaşmasından ibaret olabilir sadece. Halid Ziya’nın bahsettiği (söylettiği), derinlikli bir kavrayış ve anlayış, dilin kullanımıyla ilgili.
“Bence kelimelerin mevzu manasından başka bir de nasıl tabir edeyim seda manası vardır. Bilmem herkes hisseder mi? Fakat ben mesela nâliş kelimesinin mahzun edasını, pervaz kelimesinin tayeran meylini, feryat kelimesinin yırtıcı ahengini pek iyi duyuyorum. İnsanda bu duyuş zevki olduktan sonra mesela: “bahr-i sükûn-perver” diyemez, bahr kelimesinin o bir harekede toplanan üç kuvvetli harfinden hususiyle sonundaki ra’nın tesadümünden hâsıl olan tasavvut şiddeti ister ki bu kelime bir set mana tavirinde kullanılsın. Mesela bahr-i huruşan, yahut bahr-i pür-huruş… Sanki bahir kelimesi de o sıfatla beraber şişiyor değil mi? Buna mukabil “derya-yı sakin” derim, çünkü derya kelimesi de sakin; onda da bir sükûn var ki sıfatı sıfatın manasından ziyade izah ediyor.”
Mai ve Siyah – Halid Ziya Uşaklıgil
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder