25 Ocak, 2010

My Ding-a-Ling (+18)


  Neyse ki yaşıyor, neyse ki sesi yerinde. Seksen üç yaşında hala sevişebildiğine eminim. Daha büyük bir “entertainer” görmediğime de yemin edebilirim. Chuck Berry’den bahsediyorum. Onun vasıtasıyla da hala enerjisi olan tüm insanlara bir davetim olacak:

  Din, vatan, ordu, laisizm, şeriat, tanrı, konjonktür, darbe, jeopolitik, doğu, batı, anayasa mahkemesi, cihat, milliyet, terör, sol, faşizm, marx, ırk, medya, sosyo-ekonomik, basın, parti, demokrasi kelimeleriyle beyni uyuşmuş tüm arkadaşlarım…

  Sevgilinizi yanınıza alın ve aşağıdaki videodaki şarkıya eşlik edin. Chuck Berry sustuğunda önce kadın “my” desin, sonra erkek “ding a ling”. Ardından kadın tekrar “my” desin ve erkek “ding a ling”. Üçünsünde ise kadın “ i want you to play with my” desin ve erkek “ding a ling”. Bunları söylerken ding-a-ling’i elinizde tutun ve eğlenin. Şarkı bittikten sonra sevişin. Seviştikten sonra birbirinize sarılın ve dışarıda güzel bir yemek yemeye gidin. Yemek bittikten sonra el ele tutuşup yürüyün. Eve geldikten sonra soğuktan üşüdüğünüz için birer kahve için. Birbirinize birer şiir okuyun, azıcık camdan dışarı bakın ve sonra da sarılarak uyuyun. Bunu da arada sırada tekrar edin ki iyiden iyiye aptallaşmadığınızın ayırdına varmış olasınız.

Cutest Little Song You Ever Had, My Ding-A-Ling

 

(Sözler)

.

18 Ocak, 2010

Yaşlı Kadın ve Güvercinler (La Vieille Dame et les Pigeons)


  Sinema, edebiyat (şiir hariç), oyun ve müzik olduğu zaman mevzu, insanlar beğenilerini abartarak sıralama yapma ihtiyacı hissederler sıklıkla. Ve lakin heykel, şiir ve resimde pek görülmez bu tip çabalar. Bu tip sınıflandırma arayışlarının tümünün yersizliğini bir kenara bırakırsak, ilk gruptaki sanat dallarının, üzerine daha kolay yorum yapılabilecek olmasından, en azından insanların bu hakkı ve yetiyi kendilerinde görüyor olmalarından kaynaklanır muhtemelen bu heves. “Süper bi’ heykelmiş, gördüğüm en iyi üç heykelden biri” yahut “Resim tarihinde ilk beşe girer” gibi cümleler duymadığınıza eminim. “Çekilmiş en iyi on filmden biri bence”, “Okuduğum en iyi roman, bunun üstüne yazılamaz” ya da “En iyi üç yerli albümden biri” cümlelerini ise duymamış olmanızın imkanı yoktur çoğu zaman. Bunu yapmak için de, ne okuyucu Dostoyevski külliyatını okumuş olma ihtiyacını hisseder, ne izleyici Bergman ya da Tarkovski filmlerini en ince ayrıntısına kadar sindirmek ister, ne de dinleyici Senem Diyici albümlerine zaman ayırmayı uygun görür. Filmler izlenmiş, müzik parçaları dinlenmiş ve kitaplar okunmuştur. Herkesin, gelmiş geçmiş en iyi on kitap, on müzik albümü ve on film listesi oluşmuştur. Kişi toplamda on film izlese bile artık onun en iyi on film listesi vardır ve bu kesindir. Zekasından şikayet eden birini de görmediğimize göre, karar verilmiştir ve değiştirilemez.

as   Şimdi de, eleştiri içeren yukarıdaki yazımı unutun ve bana izlediğim en iyi üç animasyonu sorun. Sorun ki, ben de senelerdir yapamadığım bu sıralamalarla ilgili kendimi tatmin etmek için birkaç cümle kurayım. Ya da boşverin, tüm animasyonları bir kenara bırakıp size tek animasyon söyleyerek kendimi tatmin edeyim: “Les Triplettes de Belleville”. Türkçesiyle “Belleville”, “Belleville’de Randevu” ya da “Belleville Üçüzleri”. Karakterleri, müzikleri ve sakinliğiyle beni benden alan bu filmi, sıklıkla açıp izlerim ve bu animasyondan aldığım hazzı başka hiçbir animasyondan almadığımı belirtmeliyim.

  İşte bu muhteşem animasyonun yaratıcısı Sylvain Chomet’nin bir başka filmi aşağıdaki. 2003 yılında çekilen Belleville’den beş yıl önce, 1998 yılında yaratılmış bir kısa film. Adı “La Vieille Dame et les Pigeons”, “Yaşlı Kadın ve Güvercinler”. Karakterleri ve ayrıntılarıyla özel bir çalışma olduğunu ilk dakikasında belli eden bu filmi izlerken aklınızda bulunması gereken şey; önemli, çok önemli bir sinemacıyla karşı karşıya olduğunuzdur.

 

 

 

   Bağlantılar:

- İlgili Yazılar: Belleville’de Randevu – A Propos of the Wet Snow

                   Belleville Rendez-vous ve Attila Marcel – A Propos of the Wet Snow

                   Jazzy Bach – A Propos of the Wet Snow

- Sylvain Chomet

16 Ocak, 2010

Krzysztof Kieślowski #2


  (İlk yazı…) 

  1970 yılında çektiği Ben Askerdim (Byłem żołnierzem 1970) filmi, savaşta görme kabiliyetini yitirmiş askerlerle yapılan röportajları içeriyordu. Bir sonraki yıl yönettiği ve kendisinin de en politik filmi olarak nitelendirdiği 1970 yılındaki bir işçi grevini konu alan filmi İşçiler ’71 (Robotnicy '71) ise sansürlenerek gösterime girebildi. Bu film, ülkenin çeşitli yörelerinden umutlarını ve amaçlarını yitirmiş işçilerle yapılmış röportajları içeriyordu.

  1971 yılında Fabrika (Fabryka) filmini çeken Kieslowski’nin belgeselcilikten film yapımcılığına geçişi aniden olmadı. 1973 yılında ilk profesyonel filmi Yaya Altgeçidi’nde (Przejscie podziemme), Öldürme Üzerine Kısa Bir Film, Veronique’in Çifte Yaşamı, Mavi gibi başyapıtlarında da birlikte olacağı görüntü yönetmeni Slawomir Idziak ile ilk kez ortak bir çalışma içinde bulundu. İlk ses getiren filmi ise 1975 yılında bir Polonya televizyonu için çektiği Personel (Personel 1975) oldu. Devlet tarafından işletilen bir tiyatroda kostümcü olarak görev yapan bir genci ve onun haksız yere işten atılan arkadaşıyla işi arasında bir tercih yapmasını konu alan ve Mannheim Film Festivali’nde ödül aldığı filmi Personel’den bir yıl sonra çektiği filmi Yara (Blizna 1976), bir kasabada kurulan fabrikaya halkın karşı çıkmasını ve orman katliamını konu aldı. Sosyal gerçekçiliğin ele alındığı bu iki filmden Yara hakkında olumlu görüşlerinin olmadığını belirten Kieslowski, filmden memnun kalmadığını da belirtti.

kieslowski 
  Yönetmenin uluslararası anlamda ilk ilgi çeken filmi ise Amatör’dü (Amator 1979). Moskova Film Festivali’nde büyük ödülü kazanan hiciv niteliğindeki bu çalışmasında, sekiz milimetre kamerasına olan takıntısı yüzünden evliliğini ve işini tehlikeye atan bir adamı konu alan yönetmen, 1980 yılında ise belgesel niteliğinde bir diğer çalışması İstasyon’u (Dworzec 1980) çekti. 1980 Ağustos’unda, Polonya’da Lech Walesa önderliğinde başlayan işçi hareketi Solidarnosc’un (Dayanışma Hareketi) başarılı olmasıyla muhalifler için de büyük toleransların sağlandığı bir dönem başladı. Kieslowski’nin nispeten özgürlüklerin bulunduğu bu rahat dönemde çektiği, Polonya’nın komünist rejimini eleştiren Kör Talih (Przypadek 1981) filminde ise, Varşova trenine yetişmeye çalışan Witek isimli tıp öğrencisi bir gencin üç farklı sonla biten hikayesi anlatıldı. Bunlardan ilki, treni yakaladığı ve Parti üyesi olduğu son; ikincisi treni kaçırıp polis memuruyla çarpıştığı ve kamu görevi yapmak zorunda bırakılarak Solidarnosc hareketine katıldığı son; ve üçüncüsü de treni kaçırdığı ve polis memuruyla çarpışmadığı, başka bir tıp öğrencisiyle evlenerek apolitik kaldığı sondu.

  1981 Aralık’ında Komünist yönetim tarafından Polonya’da sıkıyönetim ilan edildi ve birçok kişi tutuklandı. Birçok film yapımcısı ve oyuncu Parti’ye bağlılıklarını ifade etmeleri için çağrıldı ve devlet tarafından yönetilen televizyon için bazı işler yapmaları istendi. Kieslowski bu dönemde, gelir getirmesi için taksi şoförü olmaya çalıştıysa da bu konuda başarılı olamadı. Annesini de o yıl bir trafik kazasında yitiren yönetmen, bir süre ara verdiği film çekimine 1984 yılında Son Yok (Bez Konca 1984) ile devam etti. Bu film daha sonraları beraber büyük işler çıkaracakları senarist Krzysztof Marek Piesiewicz ve müzisyen Zbigniew Preisner ile ilk ortak çalışmaları oldu. Preisner, bu filmden önce sadece Weather Forecast isimli filmin müziklerini yaratmıştı. Preisner ile sonraları da ortak birçok çalışmada yer alacak olan Kieslowski, Piesiewicz ile ise kariyeri boyunca beraber çalıştı. Son Yok, Gdansk Müdaafası’nda önemli işler yapmış bir kahramanın bir otomobil kazasında öldükten sonra ruhunun karısını izlemeye başlamasını konu aldı.

  Sıkıyönetim, Polonya genelinde hafifledikçe, Kieslowski’nin filmleri de politikayı daha az konu alan filmler olmaya başlamıştı. O ise bu konu hakkında, “Hayatın anlamı nedir? Sabah neden uyanırız?  gibi sorular var olmaya devam ettikçe komünist ya da kapitalist bir ülkede yaşamanın bir farkı yoktur” demişti.

  Piesiewicz ile en önemli ortak çalışmalarından biri olan ve On Emir’i konu alan Dekalog (Dekalog 1988) serisi şu başlıklardan oluştu:

  • Senin Tanrı’n benim, Başka Tanrı’n yoktur.
  • Tanrı’nın ismini boş yere ağzına almayacaksın
  • Altı gün çalışacaksın, bir gün dinleneceksin
  • Anne ve babana saygılı olacaksın
  • Öldürmeyeceksin
  • Zina etmeyeceksin
  • Çalmayacaksın
  • Yalana şahitlik yapmayacaksın
  • Komşunun evine göz dikmeyeceksin
  • Komşunun karısına, kölesine, hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin.

dekalogue   Dekalog serisi Polonya televizyonu için çekilmiş bu on kısa filmden oluşan ve bir yıldan az bir zamanda çekilip Kieslowski sinemasının en büyük örneklerinden biri haline gelen bu seriden iki kısa filmin uzun metraj olarak da çekilmesine karar verildi. Bunlar “öldürmemek” ve “zina etmemek” emirleriyle ilgili olan filmlerdi: Öldürme Üzerine Kısa Bir Film (Krótki film o zabijaniu 1988)  ve Aşk Üzerine Kısa Bir Film (Krótki film o miłości 1988).  Dekalog filmleri, sıkı dramatik örgüsü ve iyi işlenmiş karakterleriyle Kieslowski’ye uluslararası camiada büyük ün kazandırdı. Bu serinin herhangi bir filminde gözüken ana karakterler, başka bir filmde ise figüran rollerinde yer aldılar. Dekalog’da, aynı bölgede yaşayan, aslında birbirine çok yakın olan insanları çeşitli hikayelerini anlatmaktaydı.

veronique   Berlin Duvarı’nın 1989 yılında yıkılmasıyla, demokrasinin tekrar inşa edildiği Polonya’da  Kieslowski, giderek büyüyen beynelmilel ününün avantajını kullanmaya başlamıştı. Yönetmen, 1991 yılında çektiği Veronique’in Çifte Yaşamı’nda (La Double vie de Véronique/Podwójne życie Weroniki 1991) ise, Irene Jacob tarafından canlandırılan iki ruh ikizi karakterin, Weronika ve Veronique’in Varşova sokaklarındaki karşılaşma ihtimallerini işledi. Son Yok filminde ve Dekalog serilerinde de birçok kadın başkaraktere yer veren Kieslowski, Çifte Yaşam’da daha çok feminist bir vurgu yaptı.

  Kieslowski’nin son üç filmi ise bir üçlemenin parçalarıydı. Mavi, Beyaz, Kırmızı: Üç Renk (Trzy kolory: Biały, Blanc, Rouge 1993-1994). Renklerini Fransız Devrimi’nin ilkelerinden ve Fransız bayrağının renklerinden alan ve özgürlük, eşitlik ve kardeşliği işleyen bu üç film de, yalnızlığı ve sevgiyi konu aldı.  Venedik Film Festivali’nden Altın Aslan, Berlin Film Festivali’nden Gümüş Ayı ve üç Akademi ödülü adaylığıyla dönen Üç Renk, Kieslowski’nin bireysel hayata, şans ve kaderin paradokslarına ve ideal ilişkiye olan vurgusuydu.

  Kırmızı’dan (Rouge) sonra, 52 yaşında emekliliğini açıklayan ve “Aktif olarak film yapımında bulunduğunuzda planlar yapmak, para bulmak ve soruları cevaplamak zorundasınızdır. Emekli olduğunuzda ise bunları hiçbirini yapmazsınız” diyen büyük yönetmen, 13 Mart 1996’da Varşova’daki bir bypass operasyonu sırasında aniden hayata gözlerini yumdu.

  Hiçbir zaman ulaşamayacağını söylediği o noktaya ulaştığını kendine bile itiraf edemeyecek kadar aniden belki de…

 

Bağlantılar:

- İlgili Yazılar: Urzad – A Propos of the Wet Snow

                   Przypadek – A Propos of the Wet Snow

                   Krótki film o zabijaniu – A Propos of the Wet Snow

- Kieslowski - Senses of Cinema

- Encyclopedia

- Kieslowski on Kieslowski: Danusia Stok

.

14 Ocak, 2010

Krzysztof Kieślowski #1


_ Furkan, n’aber?
_ Söyle?
_ Iııı, şimdi, bir proje var…

  Diyaloglarım, bu ve benzeri cümlerle başlıyorsa, muhtemelen bir yardım çığlığı ile karşı karşıya kalacağım demektir. Bu çığlığın içeriği de, muhtemelen kısa bir süre içinde yazılacak bir metindir.

  Bu sefer de farklı bir şey olmadı. Televizyon gazeteciliği bölümü öğrencisi eski bir dost, kısa bir süre içinde, daha sonra ses kaydı şekline getirilip video ve fotoğraflarla süslenecek bir haber projesini hazırlamak için biyografisini yazabileceği bir kişiyi önermemi istedi. Ahmet Uluçay cevabını verdiğimin ikinci günü, “bu adamın hayatı hakkında pek bir şey bulamıyorum” mesajını almamla, üzerime doğru gelen bir tehlikenin varlığını sezmiştim. Birkaç çırpınıştan sonra son kozumu oynayarak, Uluçay’ın doğduğu yer olan Kütahya’ya gitmesini önererek işin içinden sıvışmaya çalıştıysam da başarılı olamadım. Evet, yoğun istek üzerine o kişiyi ben seçecektim; hiç sevmediğim o biyografilerden birini de yazmak koşuluyla. Ancak, iki paragraflık bir “blog” yazısını bile üç beş saatte yazıp beş on kere kontrol eden ben, bu öz geçmişi iki günde yazacaktım.

  Çoğu zaman, “abi bunu anca’ sen yaparsın” yağcılığıyla gelen bu tekliflerdeki metinlerin bitiş tarihlerinin pek yakın olmaması hasebiyle ve bunların bazılarını da kaynatabileceğimi düşünmem nedeniyle, “tamam, bakarız” cevabıyla kurtulduğumu düşünürsek, bu kez de aynı cevabı verip rahatlayabileceğim sonucunu çıkarabilirdik. Ancak iki günde bitirilecek, araştırma ve çeviri isteyen bir tekst için bu cevabı vermek, insanın içini azıcık da olsa rahatlatmıyor. “Tamam, bakarız” cevabını tabii ki yapıştırdım ancak içimden de bir şeyler aktı gitti? “Neye bakıyorsun?”

  Krzysztof Kieślowski’yi seçtim. Son halinin videosunu buraya da koyacağım çalışmanın bir haber değeri taşıyacak olması, işimi oldukça zorlaştırdı. Metni oluştururken uzun cümleler yazmaktan kaçınmaya çalışmak bir yana, yazmak konusunda en nefret ettiğim kısıt olan zaman (çevirileri de düşünürsek), yazının baştan savma olması sonucunu getirecekti ve nitekim de öyle oldu. Sonuç olarak bugün sunumu yapılan bu videonun metni için “çok güzel olmuş, sıkılmadan dinledim ama bazı cümleler böyle bir projenin metni için uzun olmuş sanki” cevabını veren ukala üniversite hocasına da buradan selamlarımı iletiyor ve kendisini düelloya davet ediyorum. Neyse:

   Krzysztof Kieślowski

"Film çekmek için büyük bir yeteneğim yok. Örneğin Orson Welles, yirmi dört ya da yirmi altı yaşında ilk filmi Citizen Kane'i çekerek en tepeye, sinemada olabilecek en yüksek noktaya tırmanmayı başardı ve bunu kanıtladı. Benim, o noktaya gelmek için bütün hayatımı adamam gerekecek ve fakat hiçbir zaman da oraya gelemeyeceğim. Bunu kesinlikle biliyorum. Sadece devam ediyorum. Benim için, her film daha iyi ya da daha kötü değil. Hepsi, ileriye doğru atılmış bir adım ve kendi değer yargılarıma göre, bunlar beni hiçbir zaman ulaşamayacağım o hedefime götürecek küçük adımlar."

krzysztof-kieslowski Bu cümleler, on altı yaşında itfaiyeci olmak üzere girdiği okuldan kaydını aldırıp Varşova’daki tiyatro kolejine girdikten sonra hayatının son dönemlerinde (yirminci yüzyılın sonlarında) gelmiş geçmiş en büyük yönetmenlerden biri olarak anılan ve “Neden sinema yapıyorsunuz?” sorusuna, “Başka bir iş bilmiyorum da ondan” cevabını veren,  Krzysztof Kieślowski’ye ait. Onu daha yakından tanımak için, hayatının ilk dönemine, yani İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasına dönmek gerekecek.

27 Haziran 1941’de Varşova’da doğan Krzysztof Kieślowski, çocukluğunun ilk yıllarında, inşaat mühendisi babasının verem hastalığı dolayısıyla ailesiyle beraber Komünist Polonya’nın bir çok kasabasını ve sanatoryumunu dolaşmak zorunda kaldı. Daha sonraları bu dönem için: “O kadar çok okula gittim ki hangilerine gittiğimi sıklıkla karıştırıyorum. Yılda iki ya da üç kez okul değiştiriyordum” diyen Krzysztof, memur olan annesinin kısıtlı geliri dolayısıyla maddi zorluklarla da karşılaştı. Zamanının çoğunu yatağında kitap okuyarak geçiriyordu. Edebiyatta, Camus’den Dostoyevski’ye, Tom Sawyer’dan  kovboy hikayelerine kadar geniş bir ilgi alanı bulunan Kieslowski, daha sonraları, o dönemde okuduğu kitaplar için: “Bana bir şeyler öğrettiler, beni bir şeylere karşı duyarlı yaptılar. Bir çocuk olarak okuduğum şeyler, beni ben yaptılar.” diyecekti. Belirli bir akıma veya ideolojiye ait olmayan bir öğrenci olarak, bir kariyere başlamak isteyen Krzysztof, on altı yaşındayken babası tarafından itfaiye eğitimi veren bir okula kaydolmaya ikna edildi. Babasının asıl amacı, onun zorluklarla karşılaşmasını sağlamak ve eğitimine kendi isteğiyle ve kararlılıkla devam etmesi için bir kıvılcım yakmaktı. Fakat üç aylık bir eğitim sonrasında bu okuldan ayrılmaya karar verdi. Kurallara dayalı bir ortamda istediği şeyleri yapamıyordu. Kendi deyimiyle “istediği zamanda ya da acıkınca” kahvaltısını yapmak istiyordu.

Gençlik  Sürekli tedavi gören babası 47 yaşında öldükten sonra, uzak bir akrabasının yöneticiliğini yaptığı tiyatro okuluna kaydolan Krzysztof, sonraları bu okul için: “Kitap okumamızı, tiyatroya ve sinemaya gitmemizi öğütlüyorlardı fakat bunlar benim dünyamda ve çevremde rağbet gören şeyler değillerdi.  Daha sonraları ise böyle bir dünyanın olduğunu gördüm, benim de böyle bir hayat yaşayabileceğimi fark ettim” diyecekti. Kieslowski, Varşova’daki bu tiyatro okuluna devam ettiği dönemde, tiyatroya olan sevgisinin farkına vardı ve yönetmen olmaya karar verdi. Ancak bu programa kaydolmak için başka bir alanda belirli çalışmaları tamamlamış olması gerekiyordu. Tiyatroyla ilgili olacağını düşündüğü için film yönetmenliği bölümünü seçmeye karar verdi. Fakat, Roman Polański, Andrzej Wajda, Zbigniew Rybczyńsk, Andrzej Munk gibi ünlü sinemacıların da mezun olduğu Lodz Film Okulu’na girmek için gerekli olan sınavda iki kez başarısız oldu. Ayrıca bu sürede, askerlik görevinden muaf olmak için kendini aç bırakarak psikolojik sorunları olduğuna, yetkilileri inandırmaya çalıştı ve bunda da başarılı oldu.

  1948 yılında, Stalinist propaganda amacıyla kurulmuş olan ancak kurulduğu tarihten bu yana birbirinden değerli sinemacılar yetiştiren Lodz Film Okulu’na 1964 yılında, üçüncü denemesinde girmeyi başaran Kieslowski ise, “Okula girdiğim için mutluydum. Girebileceğimi kanıtlamak için sahip olduğum hırsı tatmin ettim fakat yine de beni kabul etmemeleri gerektiğini düşünüyordum. Tam bir budalaydım. Beni neden kabul ettiklerini bilmiyordum. Muhtemelen üç kez denediğim içindi.” diyerek bu okula girmeyi hak etmediğini düşündüğünü belirtecekti.

  Lodz’daki eğitimi boyunca ve kariyerinin ilk dönemlerinde belgesellere ilgi duyan Kieslowski, kendi sinemasının karakteristiğini oluşturmak amacıyla bir tarz geliştirme çabası güdüyordu. İlk belgeselleri, şehrin sakinleri, işçiler ve askerler üzerine yoğunlaşmıştı. Lodz’da bulunduğu dönemde, Ofis (Urzad 1966), Tramvay (Tramwaj 1966), Fotoğraf (Zdjęcie 1968) ve Lodz Şehri’nden (Z miasta Łodzi 1968) gibi çalışmalara imza atan Kieslowski, okulunun son yılı 1969 yılında, ömrü boyunca evli kalacağı karısı Marysia ile evlendi. Hayatında iki kere politikada şansını denediğini ve kendisi için kötü sonuçlandığını söyleyen Kieslowski, bunların ilkinin 1968’de Lodz’daki öğrenci grevi, ikincisi ve asıl olanının da ordudan taşlar fırlatarak kaçışı olduğunu söylemişti.

 

Urzad - 1966
Tramwaj - 1966

      

 

 

 

 

 

 

 

 


.
(Devamı…)
.

  Bağlantılar:

- İlgili Yazılar: Urzad – A Propos of the Wet Snow

                   Przypadek – A Propos of the Wet Snow

                   Krótki film o zabijaniu – A Propos of the Wet Snow

- Kieslowski - Senses of Cinema

- Encyclopedia

- Kieslowski on Kieslowski: Danusia Stok

13 Ocak, 2010

05 Ocak, 2010

Lhasa de Sela (1972 - 2010)


  Lhasa adında bir kadın vardı. 1 Ocak’ta öldü. Art arda ölüyorlar, üzülüyorum.
 

.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Web Analytics