30 Haziran, 2011

30 Haziran 2051 - Torununuz Yağmur'la İlgili Tatsız Gelişmeler (Earthlings)


  Earthlings, 2005 yapımı bir film. Bahsetmek için kendimi hazır hissediyorum.

  Aşağıdaki video, Earthlings’in tanıtım filmi. Lütfen videoyu yazıyı okuduktan sonra izleyin. Filmin tamamının indirme ve altyazı (Türkçe) bağlantılarını, bağlantılar kısmında vereceğim. Filmin resmi sayfasından orijinal halini izleyebilirsiniz.





  Yazının sonunda not düşeceğim anekdot, hayvanların işkence edilerek öldürüldüğü bir ülkede kimseyi rahatsız etmeyecektir. Öncelikle alternatif bir kurguyu paylaşmak isterim:

  Alternatif Hikaye

  Benim adım Furkan. Sizinki de Erman, Betül, Özge yahut Oğuz olabilir. Çocuklarınız veya torunlarınız var mı bilmiyorum. Benim çocuğum yok.

  Torunlarınız yoksa bile, ileride Gülşen, Sude, Serdar, Derya, Ali isimli torunlarınız olması muhtemel. Adı Yağmur olsun mu? Ben Yağmur ismini çok severim de.

  Başlıyoruz.

  1980 yılında doğdunuz. Torununuz Yağmur, 2051 yılında yedi yaşına basacak, siz de yetmişinize.

  2051 yılı itibarıyla dünya eskisi gibi değil. Haktan Akdoğan nihai amacına ulaşmış ve ebediyete uğurlanmış durumda. Başka gezegenlerdeki yaşam formlarıyla iletişim çoktan kuruldu. Hayır, yeşil renkli, kısa boylu ve çekik gözlü değiller. Beş metreye yaklaşan boyları var ve bizden daha zekiler. Dünya’da da yaşıyorlar artık. Bir kısmı bizi çok seviyor ancak çoğunlukla görür görmez kaçmak zorundayız onlardan. Bize zarar verme ihtimalleri, bizi sevme ihtimallerinden çok daha yüksek.

  Tek tük evlerin olduğu kırsal bir bölgede yaşıyorsunuz. Büyük bir ailenin en yaşlı üyesisiniz. Mutlusunuz ve Kenan Evren kadar yaşamaya kararlısınız. Hayır bu yüzden utanmamalısınız. Ben de şu an olduğu gibi mutlu olacağım o gün. İyi şeyler olduğu için; açlık, hastalıklar, katliamlar bittiği için değil, sadece nefes aldığım için mutlu olacağım.

  Bahçeli, büyük evinizin balkonunda oturduğunuz bir gün, kızınız ve kocası, Yağmur’u size bırakarak alışveriş yapmak üzere evden ayrılıyorlar. En sevdiğiniz içecek Türk kahvesi fakat kendinize kahve yapacak yaşı çoktan geçtiniz. Artık ayağa kalkmanın size azap verdiği yaşlardasınız. Kızınız, alışverişe gitmeden önce Türk kahvesi yaptı ve size kupada ikram etti. Tesadüf ya, siz de Türk kahvesini büyük kupalarda içmeyi seviyorsunuz benim gibi. Siz belirli bir yaşa gelmiş olup o yaşın gerektirdiği gibi hareket ediyor olabilirsiniz, böyle yapmak da zorundasınız. Ancak kızınızın kocasının elli yaşında ve el şakaları yapan bir embesil olduğunu düşünürsek, evde herkesin yaşının gerektirdiği gibi hareket etmediğini düşünebiliriz. Yine de kızınızın kocasını sevmemenizin nedeni bu değil. Ne mi? Kızınızla evli ya?

  Dört tarafı da bahçelerle çevrili, uzaklara daldığınızda sadece dağların yamaçlarını gördüğünüz bir evin balkonunda kahve keyfi… Önünüzdeki sehpanın üzerinde bir şiir kitabı var. Ezra Pound yazıyor kapağında. Sapsarı bir kapağı var. Gençliğinizde Hürriyet gazetesinin hediye ettiği kitaplar gibi. Hayır hayır; Türk kahvesi içiyorsunuz diye Türkiye Türklerindir sloganı içeren bir gazeteyi okumuş olmak zorunda değilsiniz gençliğinizde. Sadece o gazetenin ismini hatırlıyorsunuz. Kitapları açtığınızda ya orta sayfaları ya da en çok okunan sayfaları açılır ya hemen; siz de kitabı açtığınızda şu dizelerle karşılaşıyorsunuz;

Ağaç ellerime girdi,
Özü kollarıma sızdı,
Büyüdü ağaç göğsümden aşağı
Uzandı kollar gibi dalları benden.

Ağaçlarsın
Yosunsun sen,
Menekşelersin üstünde yel esen,
Bir çocuksun şu kadar,
Ama saçma gelir âleme bunlar.

 

  Hani sevgilinize, evlendiğiniz kişiye hediye etmiştiniz…

  Kişi, –torununu bir kenara koyarsak- kahve ve Ezra Pound kitabından başka ne isteyebilir ki hayattan keyif almak istiyorsa. Sahi Yağmur nerede?

  Evden uzaklaşmış, görüyorsunuz. Ancak eve doğru mu koşuyor o? Olamaz, peşinde de dünyanızı paylaştığınız o beş metrelik canlılardan. Yakaladı yakalayacak! Hani güvenli bir yerde dünya insanlar için vakti zamanında.

  Siz ne olduğunu anlayamadan güzel gözlü, saçı örgülü Yağmur’u bacaklarından yakalayıp ters çeviriyor o yaratıklardan bir tanesi. Elleriniz ayaklarınız boşanıyor. Bağırmak nafile. Tekmeleyerek düşürüyor önce yere onu. Hemen ardından bir tane daha geliyor o canlılardan. Yağmur kalkıp kaçmaya çalıştığı için, yerde bulduğu taşı üstüne atıyor. Torununuz bilincini kaybetmek üzere, can havliyle hareketleniyor. Sopa gibi bir şey bulup ayaklarını kırıyorlar yağmurun. O tarafa doğru koşmaya başlıyorsunuz ama yetişemeyeceksiniz. Ayağa kalkamıyor küçük kızınız. Burnundan kanlar geliyor. Sonra canlı canlı derisini yüzmeye başlıyorlar ve deriyi vücuttan ayırıyorlar. Yaratıklardan biri, canlı yüzdüğü Yağmur’un derisini alıp uzaklaşıyor. Diğeri de derisi olmayan, bilincini kaybetmiş ve ayakları kırık Yağmur’u götürüyor fakat öldürmüyor. Öylece yaşatıyor, ölmesine bile izin vermiyor. Gözden kaybolmadan önce aklınızda kalan son sahne, Yağmur’un saçlarından sürüklenerek götürülmesi oluyor. Derisi yok belki ama saçları var.

  Yapacak bir şey yok, hemen eve gidip kendinizi asın. Bununla yaşayamazsınız.


  Gerçek

  Dört ayaklı, iki gözü, iki kulağı, ağzı, burnu ve kuyruğu olan bir hayvan yaşıyor kendi habitatında. Gözleri o kadar güzel ki, ‘hayvan’ kelimesini ve hayvan türlerinin isimlerini hakaret olarak kullanan toplumlarda bile dikkat çekecek türden.

  Hayvanın eti de öyle lezzetli ki. Derisi kullanılarak yapılan giyeceklere değinmiyorum bile. Ancak hayvan öldükten sonra derisi bir işe yaramıyor, cevval de bir hayvan. Bir avcı grubu (insanlardan oluşuyor) önce sopalarla dövüyor hayvanı. Ayaklarını kırıyorlar fakat hala kıpırdıyor, başına taşla vuruyorlar ardından. Yaklaşsanız ağladığını göreceksiniz. Burnundan kanlar akıyor. Sonra tek ayağından asıp derisini biraz kestikten sonra üzerinden canlı canlı çekiyorlar. Derisini bir adam alıp götürüyor; giyecek olarak kullanılacak.

  Fakat hayvan biraz küçük, etine de dolgun değil. Bir süre daha yaşaması lazım. Ayakları kırık, derisi yüzülmüş, yaşatıyorlar; bir süre sonra kese kağıdının içindeki ekmeğin arasında et parçası olarak bir dükkanda önünüze gelene kadar.


  İçeriğini görmezden gelseydik, Earthlings eski bir film sayılabilirdi. Çekildikten bir-iki sene sonra izlediğim bu film için “mutlaka izleyin” diyemem.  Bunu kimseden isteyemem. Sizden istediğim, gönderinin başındaki tanıtım filmini izlemeniz. Tanıtım filmini izleyin ve daha sonra tüm filmi izleyip izlemeyeceğinize, ne yiyip ne giydiğinizi anlayıp anlamayacağınıza karar verin ve lütfen izlememe nedeniniz, “ya ben dayanamıyorum hiç böyle şeylere”, “bizim memlekette böyle değil ya bu işler, amerika’da böyleymiş hep gerçekten”  ya da “abi böyle filmler çekip başka tüketim alışkanlıkları pazarlamaya çalışıyorlar işte” olmasın.

  Gözleri ve ayakları olan, yaşayan ve yürüyen bir şeye karşı bakış açınızın iki saate değişeceğine inanmıyor musunuz?

  İnanın.


  Bağlantılar:

- Filmin Sayfası

- Filmin Tamamı (.avi uzantılı)

- Filmin Türkçe altyazısı

- Filmin İngilizce altyazılı hali (Google Video)

- Filmin IMDB sayfası

.

22 Haziran, 2011

Tosun Gibi Olmayan Çocuklar, Sınır Tanımayan Doktorlar ve Biafra


  Birkaç dakika önce bir yazı yazmak için bilgisayarımı açtıktan sonra, yazıyı destekleyeceğim birkaç bağlantıdan birinde bahsettiğim ‘olay yerine sonradan gelen bastonlu adam’ın gönderi tarihinin geçen sene bugün –22 Haziran 2010- olduğunu fark ettiğimde şaşırdım.

Bilinçaltı mı devreye giriyor bu sıcak günlerde bilmiyorum. Aslında makul olan, insanın aç bir adamı üşürken aklından çıkarmaması değil midir?

  Afrika için değil.


    Tom Stoddart, yukarıdaki fotoğrafı çektiği Sudan’a Sınır Tanımayan Doktorlar ile gitmişti. Peki Sınır Tanımayan Doktorlar Afrika’ya neden gitti?


  Ülke veya ırk adı kullanarak başkalarını aşağılamak, alay etmek veya korkutmak, yaşadığımız ülkenin insanlarının çoğunluğunun sahip olduğu bir hastalıktır. Hemen herkes, içinde “Rum, Ermeni, Yahudi,” gibi kelimeler geçen cümlelerin direkt olarak aşağılamak için kullanıldığını duymuştur. Bu kelimeleri kullananlar da yakınımızdır çoğu zaman. Bu gibi kelimeleri duyacağınız kişilerin de Nazi subayı psikolojisine sahip olmasına gerek yoktur. Ben bu bildiğimi nerede, kimden ve nasıl öğrendim sorularını kendisine sorma ihtiyacı duymayan çoğunluktan biri olmak yeterlidir. Ermeniler bize doğuda, Rumlar batıda tecavüz etmiştir. Yahudiler ise zaten Yahudi’dir. Çizgi dizi Laff-A-Lympics’deki gerçek kötülerdir onlar. Doğuştan kötülerdir.

  Bu gibi direkt hakaret maksatlı laf ebeliklerinden başka, dolaylı olarak hakaret içeren kelimeler vardır ki bunlardan çoğu Afrika ile ilgilidir. Bunlardan biri Patagonya’dır. Aramızda Patagonya’yı bilen de oraya giden de yoktur. Ancak hepimiz biliriz ki burası Patagonya değildir. Ona göre herkes ayağını denk almalıdır. Muhtemelen Patagonya’nın Muz Cumhuriyeti ile ilgisi vardır.

  Bu gibi dolaylı hakaretlerden bir diğeri de yemeğini bitirmeyen çocuklar için kullanılır. Uzun süre görmediğiniz küçük bir çocuk gözünüze zayıf gözükürse, o çocuk artık Afrikalıdır. “Bu çocuk yemek yemiyor mu Afrikalı çocuklar gibi kalmış iyice” cümlesini duymuş olmanız muhtemel. Bu çocuklardan biri de kardeşimdi. Küçüklüğünde o da bir Afrikalıydı ve yapabileceğimiz, elimizden gelen bir şey de yoktu. (Avuç içlerinin beyaz, ellerinin dışının ise esmer olmasının bu ithamlarda önemli bir etkisinin olduğunu reddedemem.)

  Afrikalı çocuklar vasıtasıyla edilen bu hakaretlerin nedenlerinin en önemlilerinden biri, Biafralı olan bu çocuktur:

 


  Peki bu çocuk kimdir?

  Nijerya, 1960 yılında İngiltere’den bağımsızlığını kazandığında Nijerya’daki önemli topluluklardan biri de İgbolardı. 1965 yılına kadar işleyen hükümetin taraflarından birini oluşturan İgbolar, 1965’deki seçimde hile yapıldığı iddiasıyla darbe yaparak kontrolü ele geçirmeye çalıştılar. Başarısız olan bu darbeye karşı darbe düzenleyen ülkedeki diğer bazı gruplar, İgboları katletmeye başladılar.

  Dünyanın geri kalanı için bu kavganın önemi ise bölgedeki petrol kaynakları ve kontratlarıydı. (Şaşırmadınız değil mi.) Fransa ve Portekiz gibi ülkeler, Nijerya’nın bölünmesinden karlı çıkabileceklerini düşünürken, İngiltere ise, petrol anlaşmaları nedeniyle tam tersini düşünüyordu.

  1967 yılında, bağımsızlığını ilan ederek Biafra Cumhuriyetini kurduklarını ilan eden İgbolar, insanlık tarihinin en büyük kıyımlarından biriyle karşılaşabileceklerinin farkındalar mıydı, emin değilim. Dünyanın geri kalanından gerekli desteği alan Nijerya hükümeti birkaç kez püskürtüldükten sonra Biafra’yı kontrolü altına aldı ve ülke kuşatma altında uzun süre yaşamak zorunda kaldı. İşte bu dönemde, bir milyondan fazla kişi açlık ve hastalıktan öldü. Yukarıdaki anı ölümsüzleştiren savaş fotoğrafçısı Don McCullin, “bir kampta yaşayan 900 çocuğun , sefalet içinde ölümü bekleyen görüntüsüyle yıkıldım” demiş ve eklemiştir: “Savaşan askerleri fotoğraflamaya olan tüm ilgimi kaybettim.”

  ‘Afrikalı çocuklar gibi’ tabirindeki başrol oyuncusu yukarıdaki çocuktur.



  Sınır Tanımayan Doktorlar örgütü (MSF - Médecins Sans Frontières) ise, ABD, Rusya ve dünyanın çoğunluğunun birlikte katlettiği milyonların, açlıktan acı çekip yerlerde sürünerek ölen yüzbinlerce çocuğun katlediliği yerde, küçük bir grup Fransız tıp doktoru tarafından kurulmuş ve hala açlık, sefalet ve hastalığın sürdüğü coğrafyalarda insanlığa hizmet etmektedir.

  Geçen sene bugün paylaştığım yazımdaki temennimi yenileyerek, yazımı bitirmek istiyorum. Şu an Türkiye’de saat 15:00. Öğle yemeğinizi ya yediniz, ya da benim gibi yiyeceksiniz.

  Şimdi gözlerinizi kapatarak, bu yazıdaki fotoğraflardaki gibi karnı şişkin bir çocuğun, bir köşede kıvranarak, acı çekerek öldüğünü düşünün.

  Eğer gözlerinizi açtıysanız, şimdi de on binlercesini üst üste, yanyana, bir alanda açlıktan kıvranarak ölürken düşünün.

  Hepimize afiyet olsun.


  Bağlantılar:

- Sınır Tanımayan Doktorlar – Tumblr

- Olay Yerine Sonradan Gelen Bastonlu Adam

- Ölüm Kuyuları ve Tek Taş Yüzük

- Omayra Sanchez

.

17 Haziran, 2011

Alman Ölünce


Fr.


Bachmann

Bir ölüyüm ben, dolaşıp duran
artık hiçbir yerde kaydım yok
bilinmiyorum mülki amirin görev yerinde
sayı fazlasıyım altın kentlerde
ve yeşeren taşra yörelerinde.

 

 

Brecht


Beni sevindirdiğinde
Bazen düşünürüm:
Şimdi ölüversem
Mutlu kalırım
Sonsuza kadar (…)

 

 

 

Rilke

Şimdi dünyada nerede biri yürüyorsa
Sebepsiz, dünyada, yürüyorsa
Bana gidiyor.

Şimdi dünyada nerede biri ölüyorsa
Sebepsiz, dünyada, ölüyorsa
Bana bakıyor.

 

 

Goethe

Nedir ayıran
Tanrıyı kişiden?
Sayısız dalgalar,
Durmadan değişen,
Ölümsüz bir akış:
Bir dalga kaldırır,
Bir dalga yok eder
Ve bizi batırır.

 

Nietzsche

Neden inanayım ki?
Bir gün öleceğime,
Kekre ölümü öpeceğime.
Mezara mı düşeyim,
Bir daha içmeyeyim miY
aşamın nazenin köpüğünü?

 

 

  Bağlantılar:

- Fransız Ölünce

.

11 Haziran, 2011

Hürriyet, 1980 Ansiklopedik Yıllığı #4 - Merhaba 21. Yüzyıl #1


Hrriyet[2][6]Kronolojik yurt ve dünya olayları, geçen yılın içte ve dışta en önemli 10 olayı, Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanlarının ve başbakanlarının biyografileri, geçen yılın sanat olayları, son 10 yılda dünyadaki en önemli gelişmeler, sağlık bilgileri, dünyadaki dinler, 21. yüzyıl dünyası, enerji, ekonomik ve dünya hareketlerinin incelenmesi ve tarihi, coğrafi konuları içeren binlerce bilgi…

Fiyatı: 100 LİRA


 

  Hürriyet 1980 almanağından yaptığım alıntıların (1, 2, 3) belki son, belki de sondan bir önceki ve en eğlencelisi: 2000 yılların başında bizleri neler bekliyor.

  Bu ilk bölümde var olan, 1980 yılı itibarıyla 21. yüzyılda bizi nasıl bir dünyanın beklediğiyle ilgili başlıkları özetlemek gerekirse:

  • Biyonik revizyonlar, suni kan, biyonik insanlar ve uzuv bankaları
  • Biyonik insan olmak için gerekenler
  • Kavanoz bebekleri, adım başı Muhammed Ali, John Travolta ve Arthur Rubinstein
  • Kanserin sonu
  • Torununun torununu göremeyecek olanlar için çözüm yolları, 100 yaşına kadar yaşamanın sıradanlığı
  • Evdeki hizmetçiniz Robot A’nın sofraya konsantre çorba ya da 2 aylık tavuğu getirmesi
  • Yosunları hor gören gören karakter yoksunlarına tokat gibi cevap ve ev kadınlarının yosun tutkusu

  Aşağıdaki satırların tümü -not kısmı hariç-, bahsi geçen almanaktan alınmıştır.

 

MERHABA 21. YÜZYIL

 

Hürriyet Gazetesi 1980 Ansiklopedik Yıllığı


  İşte 2000 yılında orta halli bir ailede karı-koca kavgası:

5 yıldar Prenses Croline yüzüyle dolaşıyorum. Vallahi bütün komşular alay ediyor. Çoktan modası geçti bu yüzün. Hoş ben rezil olmuşum, demode demişler, senin umurunda mı?”

-“Hanım elimiz bollanınca yine yüzünü değiştirirsin. Bak çocukların okul taksidi var bu ay…”

-“Kim dedi onları ay’da okut diye. Yol masrafının altından bile zor kalkıyoruz. Hadi güzellikten geçtim, bari gidip şu kalbimi yeniletelim. İkide bir aksamaya başladı. Bir gün tak diye duruverirse, iki çocukla bir başına kalırsın. Yine dua et, başka kadınlar gibi kalbim ille debiyonik olsun demiyorum. Normal bir nakil yaptırsak yeter.”

  Ve karı-koca kalkıp uzuv bankasına gidiyorlar.

  Evet, 2000 yılı ve sonrasında sağlık dünyasında yeni alışkanlıklar var. Ama önce 21. yüzyıl insanının hiçbir rötüş yapılmamış görünümüne göz atalım: Sağ kolu sol kolundan uzun, gözleri büyümüş küçük ayaklı, eklemleri zor hareket eden koşmayı unutmuş bir nesil. Nakillere, estetik ve biyonik revizyona girmediği takdirde “insan”ın görünümü böyle olacak.

  Ama dileyen için bionik kol ve süper gözden güçlendirilmiş beyinlere kadar her tür imkan hazır bulunacak.

  Böbrek yetersizliği mi çekiyorsunuz? Hemen uzuv bankasına koşup eskisini yenisiyle değiştirebileceksiniz. Paranız bol ise hiç bozulmayan bir metalden yapılan ve vücuda kolaylıkla uyum sağlayabilen otomatik suni böbreği hiçbir rahatsızlık hissetmeden kullanabilecek, ağrılara paydos diyeceksiniz. Suni kanla birlikte hiç tıkanmayan yapay damarlar ömrünüzü uzatırken, bir de bakacaksınız sağınız solunuz biyonik insanlarla doluvermiş…

 

SİZ DE BİYONİK ADAM OLABİLİRSİNİZ

  Lee Majors ve Lindsay Wagner ile Linda Carter biyonik adam ve kadının rücizelerini şimdilik yalnızca ekran ve beyazperdede sergiliyorlar ama önümüzdeki çeyrek asır içinde insan uzuvlarının elektronik ve mekanik yedek parçalarla değiştirilmesi, kurgu bilim olmaktan çıkacak. Bilgisayarlı minik TV kameralı gözleri, bilgisayar denetiminde hareket eden kol ve bacakları, ses ve mıknatıs komutlarıyla faaliyete geçen adeleleriyle kelimelere dönüştürüp, konuşmasını bile becerecek. Gerçek şu ki, “anadan doğma insan”ın yerini “sonradan alma” bir nesle bırakacağı günler pek uzak değil.

 

TÜP BEBEK SONRA KOPYA BEBEK VE KAVANOZ BEBEĞİ

  1978 yılının harikası tüp bebek Louise Brown 2000 yılında 22 yaşında güzel bir genç kız olarak dünyanın ilk tüp bebeği ünvanını korurken, bu yöntem artık fallop borusu tıkalı anneler için çocuk sahibi olmayı mümkün kılacak basit bir buluş olarak yaygın biçimde kullanılacak. Hatta doğum yapması mümkün olmayan kadınlar bile, tüptü döllenip rahim şartlarının aynen yaratıldığı bir kavanozda gözlerini dünyaya açan yavrular sayesinde analık zevkini tadabilecekler.


Not: Bahis mevzusu kadının doğduğu dönemden bir gazete kupürü ve Louise Brown’ın 2003 yılında BBC’de yayımlanan haberi ve fotoğrafı:

        louise_brown   _39327017_babies_pa_203


  Günümüzde yeni gelişmeye başlayan genetik mühendisliğinin şimdiden çalışma kapsamına aldığı, “Kopya insan” üretimi deneyleri sonunda ise, ahlaki değerlerin ve yasaların izin vermesi koşulu ile arzulanan kimseden alınan tek bir hücre ile o kişinin bir kopyasını yaratmak mümkün olacak.

  Örneğin bir Muhammed Ali, bir Arthur Rubinstein bir John Travolta yaratmak için bu ünlülerden tek bir hücrenin alınması yeterli. Ancak adım başı Muhammed Ali ve Travolta ile dolu bir dünyada, onlara özgü ustalık ve becerinin ne derece kıymetini koruyacağı da meçhul tabii.


VE KANSERE AÇILAN SAVAŞ KAZANILIYOR

  Günümüzün gözü dönmüş canavarı kansere gelince, bu kabusun 21. asır insanı için geçmişte kalan bir hastalık olacağını şimdiden müjdeleyebiliriz. Karbonhidratlar, nikel, çinko, kobalt, madeni yağlar, nikotin, plastik maddeler ve deterjanların, gerek plastiğe can veren petrolün azalması veya tükenmesi gibi zorunlu nedenlerle, gerekse sağlık önlemi olarak insan yaşamından silinmesi, kanserin kimyasal nedenlerini hemen tümüyle ortadan kaldıracak. Hava kirliliği sorunu ise yeni arıtma ve filtre sistemleri, ayrıca yakıt değişikliği nedeniyle, kanseri davet eden bir etken olmaktan çıkacak.

Kan kanseri ve yumurtalık kanserleriyle ilişkili olduğu öne sürülen röntgen ışınları ise yeni teşhis sistemlerinin uygulamaya girişiyleunutulurken, suni doku naklinin gerçekleştirilmesi, hastalıklı dokuların tedavisinde yaygın kullanılır bir yöntem olacak.


  AH ÖMRÜM OLSA DA TORUNUMUN TORUNUNU GÖRSEM

  Üzülmeyin göreceksiniz 21. asırda 100 yaşına kadar yaşamak bir temenni, bir umut olmaktan çıkıp sıradan bir nitelik kazanacak. Hatta Californiya Üniversitesi’nden Dr. Alan French’in araştırmaları sonunda vücudu dondurma yoluyla ömrün ortalama üç kat uzatılabileceği şimdiden ortaya çıktı. Bugün 100 kişinin başvurmasına rağmen yasal nedenlerden dolayı buluşunu insanlarda deneyemeyen Dr. French kimbilir belki de 2000 yılında büyük bir öncü olarak adından söz ettirecek.


  EVİNİZİ ROBOTLAR ÇEKİP ÇEVİRECEK

  “22 yılda ne olabilir ki?” demeyin. Belki de farkında olmadan 2000 yılının yaşamını tanımaya başladınız bile. Çok değil kısa bir süre önce Amerikalılar, robot hizmetçilerin gelecek yıl piyasaya sürüleceğini açıkladılar. Düşünün bir kere oturduğunuz zaman vücudunuzun şeklini alan yumuşacık koltuğunuza kurulup, mutfakla haberleşmeyi sağlayan düğmeye basıyorsunuz ve sesleniyorsunuz: “Sade kahve getir” ve sudan ucuza aldığınız iki yıl garantili robot A, üstünde dumanı tüten sade kahveyle ağır ağır yanınıza yaklaşıyor, Acıktınız mı? Yine basın düğmeye Robot A artık her evde geniş çapta kullanılır olan derin soğutucadan çıkardığı 2 aylık bir tavuğu elektronik mikro dalga fırına atıverecek veya konsantre domates çorbası tenekesinden aldığı birkaç damla sıvı ile size doyumsuz bir çorba hazırlayacak.


  YOSUNLARI HOR GÖRMEYİN

  Aslında artan nüfus ve yoğun kentleşme sorunu içinde insanoğlunun ne süre taze besin sebze, meyve yiyebileceği merak konusu tabii. Aşı, besleyici vitamin ve gübreleme ile verimin artırılmasına karşılık, ekim yapılan alanların azalacağı gerçeği, 21. yüzyıl insanını bir kile elmaya iki bin lira ödeme zorunda bırakabilir. Yiyecekten söz etmişken, Okyanusların el değmemiş sayabileceğimiz besin kaynağı yosunları unutmamak gerek. Bugün bazı uzak doğu ülkelerinde yenen yosunun 2000 yılının ev kadınında pek rağbet edeceği bir yemek malzemesi olacağı şüphesiz.

  21. asrın ziyafet sofralarında yosun püresi, yosun salatası, soslu yosun haşlaması belki de şık kutularda sunulan protein peltelerinden vitamin haplarından çok daha leziz olacak.


  Bağlantılar:

- Hürriyet Ansiklopedik Yıllığı: #1  #2  #3

.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Web Analytics