30 Mayıs, 2009

La Dolce Vita - 50 Yıl

 


   “Sen her şeysin Sylvia. Her şey olduğunu biliyor musun? Dünyanın yaratılışından beri var olan ilk kadınsın. Annesin sen, kızkardeş, sevgili, arkadaş, melek, şeytan, dünya, yuva… Tam busun işte, yuva. Neden buraya geldin? Lütfen Amerika’ya geri dön. Anlıyor musun? Ben ne yapacağım şimdi?”


La Dolce Vita    Gösterimini engellemek amacıyla Vatikan tarafından “İsmi Tatlı Hayat değil İğrenç Hayat olmalı” sözleriyle eleştirilen Federico Fellini başyapıtı  La Dolce Vita elli (50) yaşında.

    “Roma sosyetesinin hızlı yaşamını ve içinde bulunduğu ahlaki çöküntüyü gözler önüne seren bu film” diyerek bir giriş yapmak ne tatlı olurdu ama. Lakin Fellini’nin bu yönde bir girişimi yoktu. Hayatın akışını istediği gibi anlatırken Roma sosyetesini konu alması ise başka bir konu.

   Marcello (Marcello Mastroianni) ismindeki bir paparazzinin içinde bulunduğu “dejenere” yaşamın (bunun farkında olmasına rağmen) bir parçası olması ve fakat bir gün Sylvia (Anita Ekberg) ile karşılaşmasını anlatan bu filmin aldığı olumsuz eleştiriler ve tepkilerle beraber büyümesi altının çizilmesi gereken bir nokta. Vatikan ve Katolik Parti’den gelen ağır eleştiriler ve yapılmak istenen engellemeler, dünyanın her yerinde daha fazla merak edilmesine yol açmıştır Tatlı Hayat’ın. Ellinci yılı itibarıyla sinema tarihinin üzerine en çok konuşulan ve sansasyon yaratan filmlerinden biri olan ve değerini koruyan bu filmin ellinci yılı dolayısıyla yapılacak etkinliklerden bazılarını Radikal.com.tr’nin konuyla ilgili haberinden almak istiyorum. Bizim sinema ve sanat hayatımıza ne kadar uzak aktiviteler olduğu da dikkatinizi çekecektir:

  • Rimini’de ‘La Dolce Vita’ konulu uluslararası bir konferans düzenlendi.
  • Eleştirmen, sosyolog, bestekâr hatta din adamının katıldığı iki günlük konferansta sinema tarihini değiştiren 178 dakikalık siyah beyaz film üzerine hararetli tartışmalar yaşandı.
  • Usta yönetmeni genç kuşaklara tanıtan Fellini Vakfı seminerler, sergiler düzenliyor. Vakıf, Fellini’nin trenler ve denizlere ilişkin dışavurumculuğu gibi ciddi konuları irdeleyen yazı dizileri de yayımlıyor.
  • Vakıf, Sokrates’ten Freud’a, cinayet romanlarından çizgi romanlara kadar Fellini’nin başucu kitaplarından oluşan ‘Evimin Kitapları’ adlı bir sergi düzenledi.
  • Oscar ödüllerini veren Amerika Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi de ‘Düşlerimin Kitabı’ (Fellini Oniricon – The Book of My Dreams) isimli bir sergi düzenleyecek.
  • Ünlü yönetmenin 1960 ile 1990 yılları arasında tuttuğu günlüklerdeki 100 çizim ve notlardan oluşan sergi Akademi’nin Los Angeles'teki ana binasında sinemasevelerin beğenisine sunulacak.

la dolce vita- trevi fountain

anita ekberg fountain

anita ekberg   Filmle ilgili bu kısa ve değersiz hatırlatma yazısını bitirmeden önce, bir La Dolce Vita klasiği olarak, Anita Ekberg’in havuz başındaki oynaşmalarını ve paparazzi kelimesinin, bu filmdeki Paparazzo isimli fotoğrafçıdan geldiğini vurgulamak isterim. Özellikle bu filmle ilgili paparazzi kelimesinin vurgulanmadığı bir yazının var olma ihtimali bile beni tedirgin ediyor. Sol üstteki fotoğraf, bahsettiğim havuz sahnesi. Sağ üstteki ise havuzun şu anki hali. Sağdaki fotoğraf ise 2007 senesinden…

 

  Bağlantılar:

- IMDB

- Radikal
.

21 Mayıs, 2009

Ödül Töreninde Ne Yapacağını Şaşıran Birkaç Adam



Bresson and Tarkovsky in Cannes


   “Robert Bresson… Bresson has astonished me and attracted me with his ascetics. It seems to me that he is the only director in the world that has achieved absolute simplicity in cinema. As it was achieved in music by Bach, in art by Leonardo, Tolstoy achieved it as a writer. For me, Tolstoy, do you understand?

   Therefore for me he’s always been an example of ingenious simplicity. Ascetics…”

Andrey Tarkovski

(Yazılarımın etiketleri arasında ‘komik’ etiketi olsaydı, düşünmeden işaretlerdim yukarıdaki video yüzünden. “Siz n’apıyorsunuz üstadım?” diye sorma imkanım olsaydı keşke.)

.

Tek Yön


   En azından renkli bir yere gideceğini bilmek güzel olmaz mıydı?


   Bağlantılar: 

- Kaynak

14 Mayıs, 2009

The Face of Love


   Üstat Nusret Fatih Ali Han'dan (Tanrı'nın sesinden) on dakikalık bir ayin. Eşlik eden, Pearl Jam'in solisti Eddie Vedder. Ölüm Yolunda (Dead Man Walking) isimli Sean Penn filminden...
  
The Face of Love
   

   (İki albümü var Ölüm Yolunda filminin ve The Face of Love'nin bu uzun versiyonunun da içinde bulunduğu  (pek de bilinmeyen) bu albümün ismi: Dead Man Walking - The Score. )


  
Not: Yüklenmesi için kısa bir süre beklemeniz gerekebilir. Yine de açılmazsa: Buradan.

   Bağlantılar:


- Dead Man Walking (The Score)

- The Face of Love: Sözler

13 Mayıs, 2009

Elder's Chat & Street


      Site: Onexposure

      Sanatçı: Stefan Isarie

Elder's Chat




      Site: Onexposure

      Sanatçı: Robert Hutinski
 
Street
 

.

09 Mayıs, 2009

"Bir Sineastın Portresi: Tarkovski ile Filmleri Üzerine" Başlıklı Röportaj Üzerine


   (Cinéaste (fr.) teriminden türetilmiş sineast, Türkçeye girmiş bir sözcük değil aslında. Film yapımcısı, film yapımına katkısı olan kişi gibi anlamlarının yanında sinema tutkunu gibi bir karşılığı da bulunan cinéaste kelimesini açıklamak için sinemasever tabirini kullanmak hafif bir ifade olurdu.)

   Bahsedeceğim, 1986 yılında France Culture isimli radyoda Laurence Cossé tarafından gerçekleştirilen bir Andrey Tarkovski röportajı. Bu röportajın yazıya dökümünü (çeviri:Güven Güner) ilk okuduğumda BBC Türkçe'nin Nuri Bilge Ceylan'la yaptığı ve birkaç cümleyle Tarkovski'ye de değinilen röportaj geldi aklıma. Bir röportörün ne kadar önemli olduğunu tekrar anladım bu iki röportajı karşılaştırınca. Nuri Bilge Ceylan'ın maruz kaldığı soruların kalitesi, onların ağdalı bir dille sorulmasıyla yükselmiyor kuşkusuz. Özellikle, "bulutları çok seviyorsunuz sanırım" minvalinde bir soruya verilen "kasvetli havaları severim" cevabına, kontra olarak "neden?" sorusun sorulması gülünç sahiden. Her zaman görüş alma şansı bulamayacağınız bu gibi kişileri "konuşturmak" için doğru sorular Laurence Cossé'ninkiler sanırım. Özellikle de cevap alacağınız kişi XX. yüzyılın en büyük yönetmeniyse.

   Tarkovski'nin yönetmenliğini tartışmak ne kadar abesse, geçen yüzyılın en önemli fikir adamlarından biri olduğunu tartışmak da o kadar abestir. Tarkovski'de pergelin destek ayağı sinemanın üzerinde duruyorsa (ya da Tanrı'nın üzerinde mi demeliydim), diğer ayak sanatın tüm alanlarını kapsar ve onun sanat üzerine ortaya koyduğu görüşlerin tamamı benim için bir pusuladır.

    Tekrar röportaja dönüp içinden birkaç kelamı cımbızlamak istiyorum. Röportajdan önce kaydedilen "İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan, hayat ile olan saf ilişkisini yitirir" cümlesi, Tarkovski'nin Mühürlenmiş Zaman isimli kitabında bulunan çok önemli bir paragrafın giriş cümlesidir. Kitap tekrar elime geçtiğinde bu paragrafın tamamını burada paylaşacağım.

   Sırasıyla Ivan'ın Çocukluğu, Andrei Rublev, Solaris, Ayna, Stalker ve Nostalghia filmleriyle ilgili bazı fikirlerini belirten Tarkovski'nin röportajda geçen ve vurgulanması gereken bazı sözleri (özellikle Picasso ve Tanrı ile ilgili söylediklerine dikkatinizi çekerim) şunlar: 

   
  • "Nedir yaratım? Neye yarar sanat? Bu sorgulamanın cevabı şu formülde yatıyor: Sanat bir yakarıştır. Bu her şeyi anlatıyor. İnsan sanat aracılığı ile umudunu dile getirir. Bu umudu dile getirmeyen, manevi temeli olmayan hiçbir şeyin sanatla ilgisi yoktur, bunlar ancak parlak birer entelektüel analiz olabilirler. Picasso'nun tüm eserleri bu entelektüel analiz üzerine kurulmuştur. Picasso dünyayı kendi analizi, kendi entellektüel yeniden yapılanması adına boyar. Adının tüm prestijine rağmen itiraf etmeliyim ki sanata hiçbir zaman ulaşamadığını düşünüyorum."

  • "Sanat yaratma kapasitesidir. Yaratıcının aynadaki yansısıdır. Biz sanatçılar bu jesti tekrarlamaktan, taklit etmekten başka bir şey yapmıyoruz. Sanat, Yaradan'a benzediğimiz belirli bir andır. Bu yüzden Yaradan'dan bağımsız bir sanata asla inanmadım. Tanrı'sız bir sanata inanmıyorum. Sanatın anlamı yakarmadır. Bu benim yakarışım. Eğer bu dua, bu yakarış, benim filmlerim insanları Tanrı'ya yöneltebilirse ne mutlu bana. Yaşamım esas anlamını bulacak: Hizmet etmek. Ama bunu asla başkalarına empoze etmeye kalkışmayacağım. Hizmet etmek fethetmek demek değildir."

  • (Ayna hakkında) "Bir gün filmin gösteriminden sonra, halka açık olarak düzenlenen tartışma iyice uzamıştı. Gece yarısından sonra salonu temizlemekle görevli temizlikçi kadın geldi ve artık salonu boşaltmamızı istedi. Filmi daha önce görmüştü ve tartışmanın niye bu kadar uzun sürdüğünü anlamıyordu. Bize, " Aslında herşey çok basit: Birisi hasta düşer ve ölümden korkmaya başlar. Birden başkalarına yaptığı kötülükleri hatırlar. Özür dilemek, kendini afettirmek ister" dedi. Bu basit kadınn herşeyi anlamış, filmdeki pişmanlığı kavramıştı... Salondaki eleştirmenler filmden

    hiçbir şey anlamadıkları halde, ilköğrenimini bile bitirmemiş bu kadın bize kendi gerçeğini, Rus halkının pişmanlığı gerçeğini söylüyordu."

  • (Ivan'ın Çocukluğu hakkında) "Biraz tuhaf bir hikayesi var bu filmin. Mosfilm stüdyoları filmin yapımına başka bir ekiple başlamıştı. Filmin yarısından fazlası bu ekiple çekildi, paranın yarısı harcandı ama sonuç öylesine kötüydü ki, yapımcı firma filmin çekimini durdurmak zorunda kaldı ve yeni bir yönetmen aramaya başladı. Önce isim yapmış yönetmenlere başvuruldu, sonra daha az tanınmışlara. Hepsi de bu yarım filmi devralmayı reddetti. Bana gelince VGIK Sinema Okulu'ndan yeni mezun olmuş, diploma filmim " Le Rouleau Compresseur et le Violon" u bitirmeye çalışıyordum. Öneriyi kabul etmeden önce bir çok şart ileri sürdüm. Senaryoyu yeniden yazmak, bunun için de senaryonun esinlendiği Vladimir Bogolomov'un hikayesini yeniden okumak istiyordum. Daha önce çekilen ve hepsi bir metreyi geçmeyen kısmın hiç çekilmemiş gibi kabul edilmesini ve her şeye sıfırdan başlamak için tüm oyuncularla, teknik ekibin degiştirilmesini istedim. Bana " Tamam ama paranın da yarısını alacaksınız " denildi. Ben de "Eğer bana beyaz kart verirseniz yarım bütçeyle de çalışırım" diye cevap verdim ve film böylece çekildi."

  • (Ivan'ın Çocukluğu hakkında) "Film iyi karşılandı ama eleştiri düzeyinde tamamen anlaşılmaz olarak kaldı. Herkes, tarihi, hikayeyi filmin karekterlerini yorumladı. Oysa ki söz konusu olan, daha çok, genç bir yönetmenin ilk yapıtıydı. Yani tarih görüşümün değil, dünya görüşümün anlaşılabileceği şiirsel bir eserdi söz konusu olan. Mesela Sartre, filmi İtalyan solundan gelen eleştirilere karşı coşkuyla savundu, ama tamamen felsefi bir açıdan. Bu benim için geçerli bir savunma değildi. İdeolojik değil sanatsal bir savunma arıyordum. Bir filozof değil sanatçıyım. Ayrıca bu savunma tamamen gereksizdi. Filmi kendi öz felsefi değerleri ile yorumlamaya girişiyordu ve ben, sanatçı Andrei Tarkovski, bir kenara konmuştum. Sanki yalnızca Sartre'dan konuşuluyordu, sanatçıdan değil."

        Özellikle ilk iki alıntı, büyük tespitler içeriyor. Benim şu anda ve belki de hiçbir zaman altından kalkamayacağım kadar büyük.

         Bağlantılar:

      - Röportaj

      - Mühürlenmiş Zaman

      - İlgili Yazılar: 1    2    3
      .

    • 06 Mayıs, 2009

      Ahırkapı'da Hıdırellez - 2009



      Ahırkapı Hıdrellez Şenlikleri'nin 2009 etkinlikleri dün başladı. İmkanı olup gitmeyenler (kötek hakkedenler) ve gitmeye imkanı olmayanların (ben de bu gruba dahilim) neler kaçırdığını görmek için, önceki yılların etkinliklerinin resim ve video galerilerine, Ahırkapı Hıdrellez Şenlikleri'nin internet sitesinden ulaşabilirsiniz.


      Bu etkinliklerin ilk olarak nasıl başladığını merak ediyorsanız buraya, gelme imkanım olsaydı beraber göbek atacağım kişinin şenliklerle ilgili yazısına ve çektiği fotoğraflara ulaşmak için sizi başka bir bloga göndermeliyim.
      .

      Vincent van Gogh'un Kulağı


          İki gün önce (4 Mayıs) the Daily Telegraph'ın
      yayımladığı, aynı gün benim de posta kutuma gelen habere (Daily Mail'de de yayımlandı) dün de ntvmsnbc.com'da rastladım. Ntvmsnbc, giriş cümlelerini "Daily Telegraph'taki habere göre" şeklinde oluşturduğu haberinde, Telegraph'ın internet sitesindeki yazının kısaltılmış bir halinin direkt Türkçeye çevirisine yer vermiş; cümlelerin sonuna da, "iddia edildi", "söylendi" gibi fiiller eklemiş.

          İyisi mi ben haberin içeriğine döneyim. Bu güne kadar, Hollandalı ressam Vincent van Gogh'un kulağını kendisinin kestiğine inanılıyordu. Evet bu böyleydi. Bu düşünceye göre, 1888 sonbaharında bir başka ünlü ressam Paul Gauguin ile aynı evde yaşamaya başlayan van Gogh, aralarının bozulmaya başladığı Aralık ayının 23'ünde Gauguin ile girdiği bir tartışmanın sonunda, evden ayrılan Gauguin'i bir süre takip etmiş, daha sonra da eve dönüp usturayla sol kulağının bir bölümünü kesmişti. Daha sonra kulağını geneleve götürüp bir fahişeye teslim ettikten sonra bayılan ressamı o akşam hastaneye kaldırmışlardı. Sağ tarafta görülen oto-portreyi ise Van Gogh kulağını kestikten bir ay sonra resmetmiştir.

       

           Telegraph'daki haberde ise, iki Alman sanat tarihçisinin bu konu hakkında yaptıkları araştırmanın sonucuna göre, Hollandalı ressamın kulağını, aynı zamanda eskrimci de olan arkadaşı Gauguin'in kestiği belirtiliyor. Bu araştırmaya göre Gauguin'in kendi yanından ayrılmasını hiç istemeyen van Gogh ona yalvarırken, Paul Gaugiun (oto-portresi solda) elindeki kılıcı van Gogh'a doğru savurur ve kulağını koparır. Bunu kasıtlı yapıp yapmadığı bilinmemektedir fakat Gauguin bu olaydan sonra kaçarak uzaklaşır. Ertesi gün polis Gauguin'i sorguladığında, Gauguin o bilinen hikayeyi uydurur ve arkadaşının kendi kulağını kendisinin kestiğini söyler. Vincent van Gogh ise bu hikayeye karşı çıkmaz çünkü, arkadaşını kaybetmek istememektedir.

          Tezlerine en büyük kanıt olarak, van Gogh'un bu olaydan iki yıl sonra (1890) kendini göğsünden vurup öldürdükten sonra Gauguin'e söylediği son sözlerini ("Sen sessizsin, ben de...") kanıt gösteren araştırmacılar, Van Gogh'un intihar sebebi olarak da Gauguin'in onu bırakıp gitmesi olduğunu söylüyorlar.

      Bağlantılar:

      - Daily Mail

      - the Daily Telegraph

      - AOL

      - Wikipedia
      .

      03 Mayıs, 2009

      Herhangi Birinin En Sevdiği Kişi misin?




        Miranda July'nin yazıp Miguel Arteta'nın yönettiği, John C. Reilly'nin de portakal dağıttığı 2005 yapımı bu kısa filmi izlediniz. Şimdi düşünün, öyle misiniz?


      Bağlantılar:

      - IMDB
      .
      Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
       
      Web Analytics