Yunanistan'ın medar-ı iftiharı Theo Angelopoulos'tan üç saatlik bir usta işi. Angelopoulos'un 20. Yüzyıl üçlemesinin, 2004 Altın Ayı adayı ve FIPRESCI ödülü sahibi ilk filmi. Üçlemenin devam filmlerinde de olacağı gibi Yunanistan yakın tarihini mercek altına alan yönetmen, bizi uzun bir yolculuğa çıkarıyor. Savaşın ve dolayısıyla yurtlarından göçenlerin filmi Ağlayan Çayır.
Film üç saat boyunca,bir şiir hafifliğinde sürüp gidiyor. Masalsı anlatımında en ufak bir azalma olmuyor. Filmi izleyen birçok kişiden, izlerken sıkıldıkları yönünde cümleler işittim. Ben bunu filmin bazı bölümlerinde hikayenin çok yoğun ve sakin anlatılmasına bağlıyorum. Ama o görüşe kesinlikle katılmıyorum. O cümleleri bir mantıksal önermeye bağlamış olmam, sadece empati kurma maksatlıdır. "Kötü film,çok sıkıcı" girişli ve "uyuyakaldık filmin sonunda vallahi" gelişimindeki cümleleri sahiplerine iade ediyor ve onlara "Matrix" , "Yüzüklerin Efendisi" gibi filmleri hediye ediyorum. Sıkılmamaları için... Hele bir sahnedeki "işte ölü nefes alıyor bak,karnı kıpırdıyor" , seviyesindeki eleştiriler için yorum yapmak gereksiz olsa gerek. Sinema nedir, neden yapılır sorularına bu kişilerden yanıt almak için, önce onların en baştan sanat nedir, neden yapılır, insanların sanattan feyzalmaları için neler yapmaları gerekir sorularına kendi içlerinde cevap verebilir duruma gelmeleri gerekiyor.
Kendinizi vererek izlerseniz Eleni Karaindrou'nun muhteşem müzikleri eşliğinde film sizi sıkmak yerine kendine bağlayacaktır. Gerçi Angelopoulos'un bir filmi için "bakın kendinizi vererek izleyin, olacaktır, yapabilirsiniz, hadi sıkın kendinizi alışacaksınız" şeklinde yorumlar yapmak da nasıl bir ahmaklıktır, o da ayrı bir tartışma konusu. Özellikle köye geri dönüş ve selden sonra insanların köyden kaçışı esnasındaki kayıkların nehir üzerinde oluşturduğu, hikayeye vurucu etki yapan görüntüleri etkileyici. Usta bu üçlemeyi tamamladığında, elimizin altında sinema adına yapılmış iyi işlerden birinin elimizin altında olacağına bütün kalbimle inanıyorum.
Ağlayan Çayır'ı bu sene içinde Milliyet Sanat dergisi okurlarına vermişti. Filme ulaşamayanlar Milliyet Sanat'ın eski sayılarına bir şekilde ulaşabilirlerse, filmi de edinebilirler. Nasıl ulaşacakları hakkında ise bir fikrim yok.
Yazıyı ustanın geçen sene İstanbul'a geldiğinde Radikal gazetesine verdiği mülakatta söylediği, benim de aynen katıldığım,sinemanın (belki de daha fazla şeyin) şu anki durumunu özetleyen cümleleriyle bitireceğim.
Röportör: "Avrupa'da sizin kuşağınız sinemacılarının azımsanmayacak kısmı politik duyarlılıklara sahipti ve sinemaya da politik yaklaşıyordu. Bugünkü yeni nesil yönetmenlerin neredeyse tamamı ise kişisel hikâyeler anlatmayı tercih ediyor. Bu değişimin nedeni sizce nedir?"
Angelopoulos: "Eskiden politika dışımızda olan bir şey değildi. Politikanın içinde yaşıyorduk, politikaya inanıyorduk. Genç insanlar politikaya inanmıyor ve bu da doğal aslında, çünkü politikanın kendisi bile artık politikaya inanmıyor, politikacılar bile politikaya inanmıyor. Ama yarın farklı bir önerme olacağını hayal etmek gerekiyor. "
Röportör: "Genç insanların da inanabileceği, seveceği, oradan yola çıkarak değiştirmeyi deneyecekleri bir yeni, başka bir önerme gerekiyor. Bu, genç sinemacılar için de mi geçerli?"
Angelopoulos: "Öyle olduğunu düşünüyorum. Bildiğiniz gibi sinema, toplumlarımızın bir yansımasıdır. Kötü bir dönemi, mesela bir diktatörlüğü ele alalım. Bizim ülkemizde diktatörlük vardı ve bu dönemde insanlar diktatörlüğün düşeceğine ve daha sonra farklı bir dönem yaşanacağına inanıyordu. Bu dönemde Yunanistan'da çok iyi filmler yapıldı. Şimdi diktatörlük yok, tamamen nötr, tamamen tatsız bir demokrasi var. Aslında gerçek bir demokrasi değil. Bunu bulmak lazım. Bir yeni ütopya bile olsa. Kanımca dünya küçük ya da büyük ütopyalar olduğu zamanlarda ilerlemiştir."
İlgili Bağlantılar:
- IMDB
- Biyografi: Angelopoulos
- FIPRESCI
- Eleni Karaindrou
.