23 Eylül, 2013

Tek Kişilik Kalabalık Koro (Tahsin Saraç İçin)


vadusszauvadu  Hâlen yayımlanmaya devam eden Dil Derneği’nin Aylık Dil ve Yazın Dergisi: Çağdaş Türk Dili, 1988 yılının Mart ayında yayım hayatına başlamıştır. Derginin evimde bulunan –alt kısımdaki fotoğrafta da görebileceğiniz- nüshası ise, Çağdaş Türk Dili’nin Ağustos/Eylül 1989 tarihli, 18. sayısıdır.

  Derginin belirttiğim sayısının girişinde, Aziz Nesin’in 1989 yılının haziran ayında ölen -ismi anıldığında akla genellikle Fransızca-Türkçe sözlüğünün geldiği- şair Tahsin Saraç için 1983 yılında yazdığı yazı bulunmakta. Bu yazıyı Tahsin Saraç’la ilgili olmasının yanında ifade tarzının da çekiciliği nedeniyle dergiden alarak buraya kaydetmek istedim.

 

 

   TEK KİŞİLİK KALABALIK KORO

    Aziz Nesin

  Tahsin Saraç’ın sadık bir okuruyum. Şiirlerini, dergilerde yayımlandığında, kitaplaştıklarında okumuştum. Bu kez, bir hafta boyunca geceli gündüzlü Saraç şiiri kürü yaptım. Ne iyi etmişim. Bütün şiirseverlere böyle yapmalarını salık veririm. Sevdikleri şairlerin şiirleriyle bir süre kür yapsınlar. Böylece tanıdıkları bir dünyanın bilmedikleri coğrafyasını keşfetmiş olacaklar, hem de ruhsal yapılarının arınıp durunduğunu duyumsayacaklar.

  Tahsin Saraç’ın bugüne dek yayımlanmış beş şiir kitabıyla (Bir Ölümsüz Yalnızlık – Güneş Kavgası- Direnmeler – Güvercin Kasapları – Bir Sevgiyi Görüntüleme) bir hafta birlikteydim. Bu kitaplardaki her şiiri üç-beş kez okudum. Sonunda o şiirlerin pekçoğunu öyle özümsedim ki, kendim söylemiş (yazmış değil, söylemiş) oldum. Bu yaşımdan sonra öğrendiklerime bişey daha eklendi: Şiir ancak böyle okunursa benimsenir ya da reddedilir.

  Tahsin Saraç şiirinden bende kalan nedir? Yüce dağ doruklarının hiç  dinmeyen uğultulu fırtınası… Ama bu yüce dağların yeri açıkseçik bellidir: Türkiye… Daha yüksek, daha boranlı dağlar var dünyada elbet, ama hiçbirinin fırtınası, Tahsin Saraç’ın şiirlerindeki bu sesle uğuldamaz; böylesine yerli, böylesine ulusal ve özgün… Bu fırtına uğultusu, ince bir çığlık, yalvaran bir haykırış, ağlama, iççekme, inleme olmuyor hiç. (oysa ben inleyen şiirleri de severim.) Hep tok, kalın, yüksek perdeden, yiğit bir ses duyuyoruz. Sanki çağcıl Türk şiirine yepyeni bir Köroğlu doğmuşçasına…

  Böylece, Tahsin Saraç şiirinin, Türk şiirindeki yerini belirleyebiliyoruz. Onun şiiri, Türk orkestrasında “bas”tır. Bir orkestrada, öteki çalgıların seslerini bastırdığı zaman kontrbasın sesinde hep bir ulu kızgınlık, tanrısal bir öfke duyumsamışımdır. Saraç’ın o tok sesli (Davudî) şiirlerinin pekçoğunda bu kızgınlık, bu öfke duyuluyor. Kendisi de bir şiirinde şöyle tanımlıyor ozanı:

“Tüm geceleri biçen çağlardan, çağlardan
Ozan, gök gürlemesi ölümsüzlüğün.”

Saraç’ın şiirlerindeki gökgürlemesi, göklerden değil, tarihten ve coğrafyadan geliyor. Okurken, bu şiirlerin beslendiği zengin Türk şiir geleneğinin (hem halk şiiri, hem Divan şiiri) derinlerinden uğuldayan kaynağı tanıyoruz ve Türkiye coğrafyasının ezilenler korosunu duyuyoruz; bu dramatik koro, şiirle, tok sesli bir başkaldırı şarkısını söylüyor. Tek kişilik, yine de çok sesli (halkça sesl) kalabalık bir koro bu.

  Saraç’ın beş şiir kitabında yüzyirmibir şiiri (“Üzüm Memeli Eceler Soyu” şiiri iki kitabında yinelenmiş.) var. Bu yüzyirmibir şiirde en çok kullandığı sözcüğü saptadım: Erdem…

  Bir insan herhangi bir sözcüğü niçin sık kullanır: Ya o sözcüğün imlediği kavramın kendisinde hiç olmaması, tam tersinin olması nedeniyle övünmü gösterisi olarak ya da kavramın kişiliğinin bir vazgeçilmezi, bir ayrılmazı olduğu için… Ya erdemsizler sıksık erdemden sözeder yada yaşamlarının kendisi erdem olanlar…

  Tahsin Saraç’ı salt şiirleriyle değil de çok yakınımda bir dost olarak da tanıyorum. Yazın tarihinde, erdemsiz yaşamış, ama yapıtları değerli sayılmış pekçok sanatçı vardır. Sanatçının erdemsizlikleri, ölümünden sonra, yapıtlarını küçültemez. Ama beş eşzamanlı olduğum sanatçıdan (hele bu yirminci yüzyılın son çeyreğinde) onunla aynı çağı paylaştığım için, çağından sorum duymasını, toplumsal ve tarishel borcunu ödemey çalışmasını, kısacası şair olmanın bedelini ödemesini, yani erdemli olmasını beklerim. Çünkü ben tarihi yaşasam da, tarihte yaşamıyorum; dünyamızı ve zamanımızı paylaştığım şairi ister istemez yargılamak durumundayım.

  Saraç’ın şiirlerini sevmemin nedeni, o şiirlerin şairinden soyutlanarak, ayrılarak salt güzel olmalarından değil, bu güzelliğe ek olarak, kendisiyle sürekli hesaplaşan, doğrulukla yaşanmış bir kişiliğin şiirsel belgeleri de oldukları için seviyorum o şiirleri. Erdem, Saraç’ın yaşamının ayrılmazı, vazgeçilmezi, ta kendisidir. Nasıl yaşamışsa öyle duymuş, öyle düşünmüş ve öyle şiirler söylemiş bir şair…

  Onun şiiri, kendisini cömertçe sunan, kolay anlaşılan (ki ben zor yazılıp kolay anlaşılandan yanayım) şiir değil. Ama bu kolay anlaşılmazlığı, kendi regini ve tonunu bile daha bulamamışken, sürekli yenilikçilik ve sözde özgünlük ardında koşan kimi yeteneksiz şairlerin yaptığı gibi, anlam çarpıtmalarından, anlamsızlıklardan ileri gelmiyor. Saraç şiirinin (hepsinin değilse de epiycesinin) zor anlaşılırlığı, imgelerinin yoğunluğundan, biribiri üstüne yığılmalarından ileri geliyor. Bu imgelere yabancı olanlara Saraç’ın şiiri kapalı kalıyor; o imgelere yabancı olmayanlarınsa, imgelerin yoğunluğundan ötürü, şiirin tadına varmaları için büyük zihinsel çaba harcamaları gerekiyor.

  Ne çok söylenmiştir şiirin başka dillere çevrilemezliği… Tahsin Saraç’ın şiiriyse başka dillere çevrilemezliğin en çevrilemezidir. Şiirin çevrilemezliği, salt şiirin dile dayalı olmasından deği, asıl çevrilemeyen şiirin müziği, şiirin resmi, şiirin imgeleridir. Bu yüzden şiir çevrilemez, başka dilde yeniden söylenir, deniliyor. Tahsin Saraç’ın şiirlerindeki imgelerse çok yerlidir. Bu imgeler çoğu kez salt sözcüklerle değil, yerel deyimlerle, anlatımlarla kuruluyor ki, bu yüzden bana çevirilerinde o şiirler tatlarında, güzelliklerinden çok şey yitireceklermiş gibi gelir. Sanırım ki, her güzel şiirin yazgısı da bu…

  Saraç’ın şiirlerinde çağcıl taşlama denilecek pekçok şiirsel yergi var. Bunlar, şairin yaşadığı Türkiye coğrafyasının yergileri olduğuna göre, çevirilerini okuyanlar bu şiirlerin ne oranda tadına varabilecekler?

  Şiirlerini döne döne okurken Tahsin Saraç’ın bu şiirleri hangi dilde söylediğini düşündüğüm bile oldu. Bunlar Türkçe mi? Evet, ama çoğu da Tahsin Saraçça bir dille yazılmış.

  Saraç bir umut şairidir, ama pembe bulutlar üstündeki düşlemsel umudun şairi değil. Bizi kara görünümlerin en dibindeki kapkaranlığa götürdükten sonra, karamsarlıkta bırakmadan o kara derinliklerden ışıltılı umut doruklarına yüceltir.

  Sözümü, dilimden düşmeyen Saraç’ın şu dizeleriyle bitiriyorum:

Sevmek ölüşmektir bir özge benle
Büyütür tanrısalı kişi öldü mü.

   Vermenin erdemi kesilir yürek
Görücem bir kez parçada tümü.

Öyle bir sessizlikte sönmeliyim ki
Toprak bile duymamalı gömüldüğümü.”

                            Nişantaşı - 1 Eylül 1983

Saat: 16.25

  Bağlantılar:

- Çağdaş Türk Dili – Dil Derneği 

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Web Analytics