21 Nisan, 2010

Ebuzer, Şeriati, Dostoyevski


  “Evinde ekmeği olmayan yoksulun eline kılıcı alıp bütün halka karşı ayaklanmamasına şaşıyorum.” *

Cünade’nin oğlu Cündeb, Ebu Zer el-Gıfâri

 

  Muhammed’in dini hakikidir yahut değildir. Bunu bilemeyeceğiz hiçbir zaman. Herhangi bir dine (belki de Muhammed’inkine) inanacaksınız yahut inanmayacaksınız. Vurgulamak istediğim noktada hiçbir önemi yok tüm bunların.

  Osman bin Affan’ı duydunuz mu hiç? Hazreti Osman şeklinde kulağınıza çalınmıştır belki. İşte bu adam, kendine peygamber olarak bellediği Muhammed’in (gerçekten bir peygamber olup olmamasının hiçbir önemi yok bu minvalde, Osman’ın buna inanması yeterli), hakkında:

  “Ne mavi gökyüzü Ebuzer’den daha doğru sözlü birinin üstüne gölge salmış, ne de kara toprak böyle bir adamı kucaklamıştır.”

dediği rivayet olunan, tarihin kaydettiği en büyük şahsiyetlerden biri olan Ebuzer’i bile, Rebeze çölünün ortasına, tek başına, acı çekerek ölmesi için gönderebilecek kadar acımasızlaşmıştır. Çünkü o Ebuzer tüm nefesini, “Halk neden yoksul” diyerek harcamıştır ömrü boyunca; iktidar sahiplerini, bir gün halkın adaletsizlikler karşısında Ebuzer önderliğinde isyan edeceği korkusuyla yaşatarak yıllarca.

  Bin beş yüz yıl sonra da değişen pek bir şey olmadı yeryüzünde. “Halk neden yoksul, bu insanlar neden yoksul” diyerek sesini yükseltenleri sürüyorlar hala yollara. Çöllere değil belki ama, tehlike arz etmeyecek kadar uzaklara.

  Evet, insanlık hiçbir şey öğrenmiyor. Andrey Tarkovski’nin dediği gibi, hiçbir şey öğrenmediğini son dört bin yılda yeteri kadar kanıtladı.


     Yazının başındaki, Ebuzer’in kelamı için Ali Şeriati şu dipnotu düşmüştür bir yerlerde:

* “Ayaklanabilir demiyor, hata ayaklanmalıdır da demiyor. Ayaklanmamasına şaşıyorum diyor. Bundan da önemlisi, yöneticiye, sömüren sınıfa demiyor. Halka karşı diyor! Yani eğer sen açsan, bundan bütün toplum sorumludur. Bu sözde derin iki nokta vardır: Biri şudur: Ebuzer (mahrumlar silahla ayaklanabilirler ya da ayaklanmalıdırlar demiyor, neden silahla ayaklanmadıklarına şaşıyorum) diyor. İkinci nokta da şudur: Hakim sistem veya sınıfa ya da sömürücüye, sermayeciye karşı değiş, tüm halka karşı diyor! Çünkü eğer ben evimde ekmek bulamıyorsam, tüm halk sorumludur, üstelik ölüme mahkumdur! Dostoyevski şöyle der: Bir cinayet işlenirse, sessiz kalanlar da cinayete ortaktır. Ama bu iki sözün değer farkı ortadadır.”

 .

12 Nisan, 2010

Nina'nın Yanıtları #1


ERKEK
:

-Göğsün göğsümde, ciğerlerimiz
     Serin havayla dolu,
Seni günün şarabıyla yıkayan
     Masmavi bir sabahın

Körpe güneş ışınlarına doğru
     Giderdik değil mi? ..
Aşk suskunu ormanın her dalından
     Işıklı tomurcuklar

Ve yeşil damlalar kanadığı zaman
     Ve açılmış şeylerde
Duyumsanırken tenin kıpır kıpır
     Ürperip titrediği:

Sen kırlara sevdalı, tutkun güzel,
     Şampanya köpüğü gibi
Sağa sola serperek tatlı tatlı
     Çılgın gülüşlerini

İki kara gözlerini kuşatan
     Maviyi allaştırıp
Narin, beyaz fildişi tarağını
     Yoncalara daldırırdın:

Gülerdin, aşk esrikliğiyle hoyrat
     Seni kucaklayan bana.
Gülerdin ahududu, çilek tadını
     Doyasıya içen bana. (…)
---
Söyle tatlım, de bana, gideceğiz
     Değil mi? Ne hoş olacak
El ele, göğüs göğüse, ikimiz…


KIZ :

-Peki, işim n’olacak?

                      
                       Arthur Rimbaud
                   Türkçesi: Erdoğan Alkan
              Orijinali:
Les Réparties de Nina

Bağlantılar:

- Nina’nın Yanıtları #2

- Nina’nın Yanıtları #3

.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Web Analytics