(Cinéaste (fr.) teriminden türetilmiş sineast, Türkçeye girmiş bir sözcük değil aslında. Film yapımcısı, film yapımına katkısı olan kişi gibi anlamlarının yanında sinema tutkunu gibi bir karşılığı da bulunan cinéaste kelimesini açıklamak için sinemasever tabirini kullanmak hafif bir ifade olurdu.)
Bahsedeceğim, 1986 yılında France Culture isimli radyoda Laurence Cossé tarafından gerçekleştirilen bir Andrey Tarkovski röportajı. Bu röportajın yazıya dökümünü (çeviri:Güven Güner) ilk okuduğumda BBC Türkçe'nin Nuri Bilge Ceylan'la yaptığı ve birkaç cümleyle Tarkovski'ye de değinilen röportaj geldi aklıma. Bir röportörün ne kadar önemli olduğunu tekrar anladım bu iki röportajı karşılaştırınca. Nuri Bilge Ceylan'ın maruz kaldığı soruların kalitesi, onların ağdalı bir dille sorulmasıyla yükselmiyor kuşkusuz. Özellikle, "bulutları çok seviyorsunuz sanırım" minvalinde bir soruya verilen "kasvetli havaları severim" cevabına, kontra olarak "neden?" sorusun sorulması gülünç sahiden. Her zaman görüş alma şansı bulamayacağınız bu gibi kişileri "konuşturmak" için doğru sorular Laurence Cossé'ninkiler sanırım. Özellikle de cevap alacağınız kişi XX. yüzyılın en büyük yönetmeniyse.
Tarkovski'nin yönetmenliğini tartışmak ne kadar abesse, geçen yüzyılın en önemli fikir adamlarından biri olduğunu tartışmak da o kadar abestir. Tarkovski'de pergelin destek ayağı sinemanın üzerinde duruyorsa (ya da Tanrı'nın üzerinde mi demeliydim), diğer ayak sanatın tüm alanlarını kapsar ve onun sanat üzerine ortaya koyduğu görüşlerin tamamı benim için bir pusuladır.
Tekrar röportaja dönüp içinden birkaç kelamı cımbızlamak istiyorum. Röportajdan önce kaydedilen "İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan, hayat ile olan saf ilişkisini yitirir" cümlesi, Tarkovski'nin Mühürlenmiş Zaman isimli kitabında bulunan çok önemli bir paragrafın giriş cümlesidir. Kitap tekrar elime geçtiğinde bu paragrafın tamamını burada paylaşacağım.
Sırasıyla Ivan'ın Çocukluğu, Andrei Rublev, Solaris, Ayna, Stalker ve Nostalghia filmleriyle ilgili bazı fikirlerini belirten Tarkovski'nin röportajda geçen ve vurgulanması gereken bazı sözleri (özellikle Picasso ve Tanrı ile ilgili söylediklerine dikkatinizi çekerim) şunlar:
"Nedir yaratım? Neye yarar sanat? Bu sorgulamanın cevabı şu formülde yatıyor: Sanat bir yakarıştır. Bu her şeyi anlatıyor. İnsan sanat aracılığı ile umudunu dile getirir. Bu umudu dile getirmeyen, manevi temeli olmayan hiçbir şeyin sanatla ilgisi yoktur, bunlar ancak parlak birer entelektüel analiz olabilirler. Picasso'nun tüm eserleri bu entelektüel analiz üzerine kurulmuştur. Picasso dünyayı kendi analizi, kendi entellektüel yeniden yapılanması adına boyar. Adının tüm prestijine rağmen itiraf etmeliyim ki sanata hiçbir zaman ulaşamadığını düşünüyorum."
"Sanat yaratma kapasitesidir. Yaratıcının aynadaki yansısıdır. Biz sanatçılar bu jesti tekrarlamaktan, taklit etmekten başka bir şey yapmıyoruz. Sanat, Yaradan'a benzediğimiz belirli bir andır. Bu yüzden Yaradan'dan bağımsız bir sanata asla inanmadım. Tanrı'sız bir sanata inanmıyorum. Sanatın anlamı yakarmadır. Bu benim yakarışım. Eğer bu dua, bu yakarış, benim filmlerim insanları Tanrı'ya yöneltebilirse ne mutlu bana. Yaşamım esas anlamını bulacak: Hizmet etmek. Ama bunu asla başkalarına empoze etmeye kalkışmayacağım. Hizmet etmek fethetmek demek değildir."
(Ayna hakkında) "Bir gün filmin gösteriminden sonra, halka açık olarak düzenlenen tartışma iyice uzamıştı. Gece yarısından sonra salonu temizlemekle görevli temizlikçi kadın geldi ve artık salonu boşaltmamızı istedi. Filmi daha önce görmüştü ve tartışmanın niye bu kadar uzun sürdüğünü anlamıyordu. Bize, " Aslında herşey çok basit: Birisi hasta düşer ve ölümden korkmaya başlar. Birden başkalarına yaptığı kötülükleri hatırlar. Özür dilemek, kendini afettirmek ister" dedi. Bu basit kadınn herşeyi anlamış, filmdeki pişmanlığı kavramıştı... Salondaki eleştirmenler filmden
hiçbir şey anlamadıkları halde, ilköğrenimini bile bitirmemiş bu kadın bize kendi gerçeğini, Rus halkının pişmanlığı gerçeğini söylüyordu."
(Ivan'ın Çocukluğu hakkında) "Biraz tuhaf bir hikayesi var bu filmin. Mosfilm stüdyoları filmin yapımına başka bir ekiple başlamıştı. Filmin yarısından fazlası bu ekiple çekildi, paranın yarısı harcandı ama sonuç öylesine kötüydü ki, yapımcı firma filmin çekimini durdurmak zorunda kaldı ve yeni bir yönetmen aramaya başladı. Önce isim yapmış yönetmenlere başvuruldu, sonra daha az tanınmışlara. Hepsi de bu yarım filmi devralmayı reddetti. Bana gelince VGIK Sinema Okulu'ndan yeni mezun olmuş, diploma filmim " Le Rouleau Compresseur et le Violon" u bitirmeye çalışıyordum. Öneriyi kabul etmeden önce bir çok şart ileri sürdüm. Senaryoyu yeniden yazmak, bunun için de senaryonun esinlendiği Vladimir Bogolomov'un hikayesini yeniden okumak istiyordum. Daha önce çekilen ve hepsi bir metreyi geçmeyen kısmın hiç çekilmemiş gibi kabul edilmesini ve her şeye sıfırdan başlamak için tüm oyuncularla, teknik ekibin degiştirilmesini istedim. Bana " Tamam ama paranın da yarısını alacaksınız " denildi. Ben de "Eğer bana beyaz kart verirseniz yarım bütçeyle de çalışırım" diye cevap verdim ve film böylece çekildi."
(Ivan'ın Çocukluğu hakkında) "Film iyi karşılandı ama eleştiri düzeyinde tamamen anlaşılmaz olarak kaldı. Herkes, tarihi, hikayeyi filmin karekterlerini yorumladı. Oysa ki söz konusu olan, daha çok, genç bir yönetmenin ilk yapıtıydı. Yani tarih görüşümün değil, dünya görüşümün anlaşılabileceği şiirsel bir eserdi söz konusu olan. Mesela Sartre, filmi İtalyan solundan gelen eleştirilere karşı coşkuyla savundu, ama tamamen felsefi bir açıdan. Bu benim için geçerli bir savunma değildi. İdeolojik değil sanatsal bir savunma arıyordum. Bir filozof değil sanatçıyım. Ayrıca bu savunma tamamen gereksizdi. Filmi kendi öz felsefi değerleri ile yorumlamaya girişiyordu ve ben, sanatçı Andrei Tarkovski, bir kenara konmuştum. Sanki yalnızca Sartre'dan konuşuluyordu, sanatçıdan değil."
Özellikle ilk iki alıntı, büyük tespitler içeriyor. Benim şu anda ve belki de hiçbir zaman altından kalkamayacağım kadar büyük.
Bağlantılar:
- Röportaj
- Mühürlenmiş Zaman
- İlgili Yazılar: 1 2 3
.
Röportajdan çıkardığım anafikir, o temizlikçi kadınınkiyle hemen hemen aynı; Bu harika adamın filmlerini anlamak için entelektüel değil, tinsel zenginlik şart. Eğitim Şart!
YanıtlaSil:)
Haklısın. Gerçekten çok haklısın. Son cümle hariç çok çok haklısın.
YanıtlaSilya ben temizlikçi kadının yorumuna çok takıldım. ayna'yı defalarca seyrettim, merkezindeki duygunun pişmanlık olduğunu hiç düşünmedim. şimdi yine filmi hatırlamaya, yorumu anlamaya çalışıyorum ama olmuyor. belki de rus olmak gerekir anlamak için!
YanıtlaSil(çok alakalı olmasa da herzen'in o hüzünlü sözü geldi aklıma şimdi: "ben bir rusum. hayat bana düşünmeyi öğretti, fakat düşünmek yaşamayı öğretmedi.")
bi garip ki bilemedim..
YanıtlaSil