26 Aralık, 2007

Rastgele Balthazar

 

balthazar    Google'nin Not Defteri hesabımdaki kayıtlı notları silerken,'sinema'  başlığı altındaki notların arasında bir bağlantı buldum bugün. Boğaziçi Üniversitesi'nden.  Bağlantının yanında herhangi bir açıklama olmadığı,sonuna kadar da okumadığım için merakımdan açtım. Pdf uzantılı bir dosyanın Google'deki "HTML olarak görüntüle" seçeneğinin bağlantısıymış. Dosya ismi  'Au_Hasard_Balthasar.pdf ' . HTML görüntüsü ise yarım yamalak açılıyor. 'Rastgele Balthazar' filminin Deniz Şimşek isimli şahıs tarafından yapılan bir incelemesi.  Bağlantıyı açıp filmi hatırlamak hoşuma gitti. Sayfa doğru dürüst açılmayınca dosyayı indirdim ve incelemeyi okudum. Posterini buraya koyayım,bir iki bir şey yazayım diye düşünmüştüm filmi ilk hatırladığımda. Ama yazıyı okuyunca ekstra bir şeyler karalamaya gerek olmadığını gördüm.

   Robert Bresson'un yönettiği filmde başrolleri ve benzer kaderleri paylaşan oyuncular 'bir kız ve bir sıpa' . Bu bir cümlelik açıklamadan sonra bahsettiğim incelemenin adresi bu*. Kısa fakat yerinde bir inceleme olduğunu düşünüyorum.

                   

  'Bir sayfalık'  bir film incelemesinin bağlantısını vermek için bu kadar yazı yazmak...


   Bağlantılar:

- *

- Robert Bresson. (İngilizce)

- Imdb'de film.

22 Aralık, 2007

Davut ve Golyat

 

davut ve golyat                        
                  David and Goliath – 1599 
            Michelangelo Merisi da Caravaggio


 

"Sonra koşup üzerine çıktı. Golyat'ın kılıcını tutup kınından çektiği gibi onu öldürdü ve başını kesti. Kahraman Golyat'ın öldüğünü gören Filistliler kaçtılar."   
                                                                                             Eski Ahit - 1. Samuel'17:51

 

  "Derken, Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davud, Câlût'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allah'ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir."    
                                                                                                 Kur'an – Bakara'251

.

18 Aralık, 2007

Andrei Rublev ve Yunan Theophanes


   Sinemanın sanatsal bir değeri varsa, kuşkusuz bunu sağlayan kişilerin başında Tarkovski geliyor. O ve onun gibi nadir örnekler sayesinde, sinemanın insanların "eğlenme" ihtiyaçlarını gidermeleri için bir araç olmadığını kavrayabiliyoruz.

   Andrei Rublev ile ilgili yorum yapacak düzeyde görmüyorum kendimi. Tarkovski'nin, muhtemelen yönetmenlerin en büyüğünün, çektiği filmlerin içinde benim en "sevdiğim" olanı Andrei Rublev'den bir alıntıdır aşağıdaki. Aşağıdaki diyaloğun Türkçe'sini toplu halde herhangi bir internet sitesinde bulamadım. Filmin altyazı dosyasını bulup oradan kopyalayabilirdim belki ancak şimdilik İngilizce'sini koyuyorum. Aşağıdaki diyalogu en yakın zamanda Türkçe'ye çevirip koyacağım buraya.


***

Theophanes:    Tell me honestly, are the people ignorant or not? Well, are they?

Andrei Rublev:    They're ignorant, but whose fault is that?

Theophanes:    It's their own stupidity. Did you ever sin through ignorance?

Andrei Rublev:    Everyone has.

Theophanes:    And I have too. God forgive us and make us better. Well, never mind. The Last Judgement is coming; we'll burn like candles. Mark my words. Each will accuse the other of his own sins, to defend himself.

Andrei Rublev:    Theophanes, how can you paint with such ideas, even accept praise? I have become a hermit and lived in a cave.

Theophanes:    I serve God, no man. As regards praise, what is praised today is abused tomorrow. They will forget you, me, everything. All is vanity and decay. Humanity has achieved every stupidity and baseness... and now it only repeats them. Everything is an eternal cycle. If Jesus returned to earth, they would crucify him again.

Andrei Rublev:    Of course, if only evil is remembered... then you will never be happy in the sight of God. Perhaps we must forget some things; but not all. I don't know how to say it.

Theophanes:    Then be quiet and listen to me.

Andrei Rublev:    You think that one can only do good alone?

Theophanes:    Good. Remember the New Testament. Jesus taught people in the temples... so why did they gather later? To kill him! "Crucify him!", they shouted. And the disciples? Judas sold him. Peter denied him. They all ran away, yet they were the best.

Andrei Rublev:    But the repented.

Theophanes:    That was afterwards, when it was too late.

Andrei Rublev:    Of course people do evil. Judas sold Christ, but who bought him? The people? The scribes and the Pharisees could not find witnesses to testify against this innocent. The Pharisees were masters of deceipt, educated. They had studied to gain power, take advantage of the people's ignorance. We must remind people more often that they are people. Rus, of the same blood, of the same land.

   Evil is everywhere. Someone will always sell you for thirty pieces of silver. New misfortunes constantly befall the peasant... either Tatars, or famine, or plague... and he still keeps on working... meekly bearing his cross. He does not despair. He is silent and patient. WHe only prays to God for enough strength. How could God not forgive him his ignorance?

   You know yourself. You're tired and discouraged... and suddenly in the crowd you meet a human glance... and everything's lighter. As is is after the communion. Isn't it so?

   You just spoke of Jesus. Perhaps he was born and crucified to reconcile God and man. Jesus came from God; so he is all powerful. And if he died on the cross, it was pre-determined... and his crucifixion and death were God's will. That would have aroused hate in those who loved him. If they had been near him at that moment... if they loved him as a man only. But if He, of his own will, left them... He displayed injustice or even cruelty.

***

  Bağlantılar:

- Kaynak.

- Film incelemesi.

.

16 Aralık, 2007

Bir Dostoyevski Okuru

Bir Dostoyevski Okuru     
         Bir Dostoyevski Okuru -1907  
                   Emil Filla

 

  Bağlantılar:

- Emil Filla.

- Çek Kübizmi.

- Národní galerie v Praze.

.

14 Aralık, 2007

I Might Be Wrong: Live Recordings


Parça Listesi:

1. The National Anthem (Live)

2. I Might Be Wrong (Live)

3. Morning Bell (Live)

4. Like Spinning Plates (Live)

5. Idioteque (Live)

6. Everything In Its Right Place (Live)

7. Dollars & Cents (Live)

8. True Love Waits (Live)


  Nasıl kitap okuma alışkanlığını ebeveynleri sayesinde küçük yaşta kazanmamış çocukların çoğu, kitap okumanın güzel ve faydalı bir şey olduğunu bilmelerine rağmen bu alışkanlığı kazanmak için genelde uzun ve can sıkıcı kitap okuma seanslarına maruz kalırlarsa,ben de hayatımın bir böülümünde sözsüz müzik karşısında böyle bir durumdaydım.

  "Sözlü müzik" denen şeytan icadına, lise yıllarımdan sonra giderek artan bir şekilde soğuk durmaya başladım. Biraz önce dediğim gibi önceleri kendimi zorlayarak enstrüman müziği ile ilgilendim ve aynı kitap okuma alışkanlığını kazanmaya çalışan kişilerde olduğu gibi,bir süre suratımı ekşiterek devam ettim. O günlerde ancak sözün ayrı, müziğin ayrı bir şekilde sunularak insanlara güzel eserlerin verilebileceğine kendimi inandırmaya çalışırken, şu anda o şekilde düşünmüyorum. Nitelikli ve kaliteli sözlü müzik örneklerini göz ardı edebileceğimi sanmıyorum.

  İşte kaliteli ve nitelikli sözlü müzik yapan kişi veya grup örneklerinden biridir Radiohead. Albümlerinin elime geçiş sırası şöyle: Amnesiac, Kid A, The Bends, OK Computer, Pablo Honey, Hail to the Thief. Her albümü elime geçtiğinde uzun süre,belki birer seneye yakın olmak üzere dinledim. Şimdi de In Rainbows elimde. Ve dönüp dolaşıp vardığım yer, ilk başladığım yer oldu. Amnesiac-Kid A.

Seneler önce arkadaşımın derste okuduğu, benim de o akşam ondan alıp eve götürdüğüm ve şu anda ismini hatırlamadığım bir dergide (Amnesiac'ın piyasaya sürüldüğü sene,2001'de) şöyle bir cümlenin olduğunu hatırlıyorum. "Eğer bu ay için sadece bir albüm alacak paranız varsa, bu albüm Amnesiac olmalı." Bu cümle,grupla ilgili az da olsa var olan merakımı tetikledi ve ertesi gün Amnesiac 'ı kaset olarak aldım. Beni çok etkilediğini hatırlıyorum. İlk gün için en çok üzerinde durduğum parça ise You and Whose Army idi. "We ride tonight,ghost horses." Bu parçanın sözlerinin ne düşünülerek yazıldığını o günlerde bilmediğim için, çok farklı şeyler düşünerek etkilenmiştim sözlerden. Thom Yorke'un kastettiği şeylerden çok farklı şeylerdi. Şu anda biliyorum ne anlamda yazıldığını sözlerin. Yine de vurucu sözler olduğunu düşünüyorum.

Radiohead'in müziği ile yedi-sekiz senelik yakın bir münasebetim olduğu için,belki daha sonra uzun bir yazı yazma imkanım olabilir. Ancak bugünlük "I might be wrong" ismindeki,canlı kayıtlardan oluşan bu albüm hakkında bir şeyler yazmak istiyorum.

  İlk albüm Pablo Honey(1993), son albüm In Rainbows(2007). On dört senelik bir zaman dilimi (stüdyo albümlerinin çıkış tarihleri bakımından) Radiohead için. Ve kişisel görüşüm,bu on dört senelik serüvenin zirve noktasıdır yukarıdaki albüm. The National Anthem, Idioteque, Everything in its Right Place ve Morning Bell parçaları "Kid A" albümü, I might Be Wrong, Like Spinning Plates, Dollars & Cents ve başka bir versiyonuyla yine Morning Bell "Amnesiac" albümü çıkışlı. True Love Waits ise herhangi bir stüdyo albümünde kayıtlı bir parça değil.

  2001 yılı sonunda piyasaya sürülen I Might Be Wrong: Live Recordings albümünü, çıkış tarihinden birkaç sene sonra dinleyebilme imkanım olmuştu. Albümün parça listesini ilk gördüğümde oldukça şaşırmıştım. Çünkü elime kağıt kalem alıp on tane Radiohead şarkısını alt alta dizmek istesem, bu albümdeki sekiz parçadan yedi tanesi o listeye girecek olanlardı. Albümün cd'sini müzik setine takıp ilk iki parçayı (The National Anthem ve I might be Wrong) dinlediğimde ise,ses kalitesinden çok etkilenmiştim. Gerçekten, canlı kayıt olmasına rağmen çok kaliteli idi albümdeki kayıtlar. Tekrar tekrar dinlediğimde ise bu eserin, parçaların çalınış biçimi ve konser kaydından dolayı albümdeki kendine özgülük bakımından, herhangi bir Radiohead albümünden daha yüksek bir yerde olduğunun farkına vardım.

  Bu albümü dinlemeye her karar verdiğimde,belli bir konsantrasyon seviyesinde olmam gerektiğine inanıyorum. Nitelikli her müziği dinlemek için bu temel bir şart gibi gözükebilir ancak ben olağan bir dikkat kesilme durumundan daha fazlasından bahsediyorum.

  Yazının başındaki "sözlü müzik-enstrüman müziği" bahsine dönersek,bu albümü bu kadar tutmamın nedeni belki de çok kuvvetli olan müziğin içine sözlerin serpiştirilmiş gibi durmasındandır. True love waits parçası hariç tabii ki. Bir müzik eseri için kuvvetli sıfatının kullanılmasının çok yerinde olup olmadığı konusunu daha önce düşünmedim ve kesin bir fikrim yok. Ancak şu an için I Might Be Wrong albümündeki müziğin çok kuvvetli olmasından daha iyi "tek" kelimelik bir tanımlama yapamıyorum.

Bağlantılar:

- Wikipedia'da albüm.

- Amazon.com'da albüm.

- Pitchforkmedia.com albüm incelemesi.

10 Aralık, 2007

Andrey Tarkovski hakkında

tarkovsky2

b

"When film is not a document, it is dream. That is why Tarkovsky is the greatest of them all.
He moves with such naturalness in the room of dreams. He doesn't explain. What should he explain anyhow? He is a spectator, capable of staging his visions in the most unwieldy but, in a way, the most willing of media.

All my life I have hammered on the doors of the rooms in which he moves so naturally.Only a few times have I managed to creep inside. Most of my conscious efforts have ended in embarrassing failure—The Serpent's Egg, The Touch, Face to Face and so on."

Ingmar Bergman

09 Aralık, 2007

Kübra Saygın

the_last_day_together_by_tottokoro untitled

                  The Last Day Together                                                Bleeds in Black

back_to_the_childhood_by_tottokoro         wuhuu_cekilin_yoldan_by_tottokoro

       Back To The Childhood                                                        N/A


İlgili Bağlantılar:

- Tottokoro-Deviantart

.

Pasaj


Akşam bir mecliste bulundum. Orada terennüm ettikleri şu beş beyit ne kadar hoş geldi. Deniyordu ki:

"Hayatımda bir kere rahattım: O ay yüzlü güzelim kucağımdaydı.

Onu uyku sarhoşu görünce: Ey selviyi utandıran dilberim,dedim.

Bir saniye nergis gözlerini tatlı uykundan yıka,güller gibi açıl,bülbüller gibi şakı.

A cihanın fitnesi,niçin uyuyorsun? Haydi o lâ'l rengi tatlı şarabını sun.

O uyku haliyle perişan sevgilim bana baktı: Dikkat et,hem fitne diyorsun,hem uyuma diyorsun,
Aydın fikirli sultanın çağında fitneyi uyanık gören olmaz ki..." dedi.

                                                                                                    Bostan - Sadi



İçe Kapanış


Derdim: yeter, sakin ol, dinlen biraz artık;
Akşam olsa diyordun, işte oldu akşam,
Siyah örtülere sardı şehri karanlık;
Kimine huzur iner gökten, kimine gam.

Bırak, şehrin iğrenç kalabalığı gitsin,
Yesin kamçısını hazzın sefil cümbüşte;
Toplasın acı meyvesini nedametin
Sen gel, derdim, ver elini bana, gel şöyle.

Bak göğün balkonlarından, geçmiş seneler
Eski zaman esvaplariyle eğilmişler;
Hüzün yükseliyor, güleryüzle, sulardan.

Seyret bir kemerde yorgun ölen güneşi
Ve uzun bir kefen gibi doğuyu saran
Geceyi dinle, yürüyen tatlı geceyi.


                             Charles Baudelaire  
                              Çeviri: Sabahattin Eyüboğlu
 
                                      Orijinali: Recueillement 
                                                

22 Kasım, 2007

Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler

Cihân ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler
Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler

Harâbât ehline dûzah azâbın sorma ey zâhid
Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyı bilmezler

Şafak gûn kan içinde dâğını seyreyler âşıklar
Güneşte zerre görmezler felekte ayı bilmezler

Hamide kadlerine rişte-i eşki takup bunlar
Atarlar tir-i maksudu nedendir yayı bilmezler

Hayâlî fâkr şalına çekenler cism-i uryânı
Anınla fahrederler atlas ü dîbâyı bilmezler


Hayâlî

18 Eylül, 2007

Belleville'de Randevu


   Belleville'de Randevu, Sylvain Chomet'nin 2003 yılında Cannes Film Festivali’nde izleyiciyle bluluşann animasyonu. Bu animasyonun her bahsi geçtiğinde, Amerikalılara ve Fransızlara yapılan iğnelemelerden bahsedilir, Özgürlük Heykeli'nden, hamburgerlerden bir de kurbağalardan... Bence filme karşı yapılan bir nevi haksızlıktır bu. Çünkü sadece göndermelerle dolu, basit bir film değildir "Les Triplettes de Belleville".

   Başka bir ruhu var bu filmin. Sıra dışı karakter çizimlerinden mi, farklı konusundan mı, kurbağalardan mı, Fransa Bisiklet Turu'ndan mı bilmiyorum. Bilmiyorum dediğime göre muhtemelen hepsinden. Madame Souza ve torunu, Belleville Üçüzleri*, köpek Bruno, mafya elemanları... Hepsi çok özgün karakterler. Müzikler ve ses efektleri, karakterlerin kendilerine özgü tavır ve hareketleriyle birleşince, bana göre üst düzey bir animasyon çıkmış ortaya. Seyrettiğim en iyi animasyonlardan biri olduğunu tereddüt etmeden söyleyebilirim.

 belleville2belleville4 

belleville 5  


   Üzerine çok fazla konuşmaktan ziyade, hemen izlenmesi gereken bir animasyon Belleville'de Randevu. Yalnız üzerine konuşulması gereken bir konu var ki o da filmin müzikleri. Benoit Charest imzalı müzikler gerçekten harika. Filmi izlemeseniz bile müziklerine bir şekilde ulaşıp dinlemenizi öneriyorum. Bir kere dinledikten sonra eminim canınız sıkıldığı bir gün, bu albümü tekrar dinlemeyi isteyeceksiniz.

   Son olarak, kapsamlı olmasa da çok şirin iki internet sitesi var Belleville'de Randevu'nun. Biri Fransızca biri İngilizce. Eğer izleyip izlememe konusunda kararsızsanız girmenizi tavsiye ediyorum. Film hakkında bir fikriniz olacaktır. Küçük ama yeterli bir fikir...


İlgili Bağlantılar:

- Resmi site.(Fransızca)

- Resmi site.(İngilizce)

- IMDB

- Ödüller

- Tour de France

.

16 Eylül, 2007

Ünlü Ressamlar Ansiklopedisi


   20 yıl önce kurulan İstanbul Sanatevi'nin tasarım olarak gayet güzel bir internet sitesi var. Adresi bu;
http://www.istanbulsanatevi.com

   İstanbul Ressamları , Geleneksel Sanatlar , Galeri gibi bölümleri olan sitenin beni asıl ilgilendiren kısmı Ünlü Ressamlar Ansiklopedisi. Ünlü Ressamlar Ansiklopedisi bölümünde şu anda 700 küsür ünlü ressamın 5000 in üzerinde eseri var.

    Bu tablo örnekleri hem boyut olarak hem de görüntü kalitesi olarak belki çok yeterli değiller,belki daha kaliteli olanlarını internette bulabiliriz. Ancak birçok ressamın oldukça fazla sayıda eseri bir araya toplandığı için, faydalı bir bölüm olduğunu kabul etmeli. Aradığınız sanatçının istediğiniz eserinin üzerine tıkladığınızda resim açılıyor ve alt kısımda eserin adı,yapım tarihi,orijinal ebadı,tekniği ve bulunduğu yer gibi bilgiler gösteriliyor.

   Evet,bir de konuk odası var bu sitenin. Aralarında Teoman gibi, Pelin Batu gibi "sanatçılar" var. Hani böyle fayda sağlayabileceğimiz bir sitede insan böyle şeyler görünce üzülüyor ama siz siz olun site açılırken bir elinizle sağ gözünü kapatın. Konuk odası tasarım olarak sağ tarafında kalıyor sitenin. Monitörü ortalayıp sadece sol gözünüzle bakarsanız siteye,böyle büyük sanatçılarla karşılaşmadan aradığınızı bulabilirsiniz.

 

14 Eylül, 2007

Çayhane

Follow my blog with Bloglovin

"Çayhanedeki kız 
                     eskisi gibi güzel değil.
Ağustos yıpratmış onu.
Merdivenlerden öyle ürkek çıkmıyor artık;
Evet, o da orta yaşa gelecek,
Ve bizlere serpiştirdiği gençlik ışığı
                      çöreklerimizi getirirken
Artık serpilmeyecek.
O da orta yaşa gelecek."


                                   
                               Ezra Pound 
                              
Orijinali: The Tea Shop 
                                       Çeviri: Melih Cevdet Anday


Dağarcığınıza Her Gün İki Söz


   Türk Dil Kurumu, aşağıda vereceğim bağlantıya direkt tıklamanız halinde, yahut  bilgi@tdk.org.tr posta adresine -başlık bölümüne sizin de katılmak istediğinizi belli eden bir cümle ile beraber (örn. "Ben de katılmak istiyorum.")-  bir e-posta gönderirseniz, Türk Dil Kurumu size her gün iki adet kelime gönderiyor. Bunlardan biri Türk Dil Kurumu'nun sözlüğünden bir kelime ve onun karşılığı, ikincisi de konuşma diline yerleşmiş yabancı bir kelimenin Türkçe karşılığı oluyor.

   Yabancı kelimelerinin Türkçe karşılılıkları bazen kullanılabilecek sadelikte olmuyor. Ama genel olarak TDK'nin yaptığı bu işin mutlaka faydalı bir hizmet olduğunu düşünüyorum.

   Benim gibi günün önemli bir kısmında bilgisayar kullananların dışında da artık bilgisayarın herkesin elinin altında olduğunu ve günlük hayatta yapmamız gereken birçok şeyi bilgisayar vasıtasıyla yaptığımızı düşünürsek, bir dakikanızı bile almayacak bu hizmetten faydalanmak size bir külfet getirmeyecektir.

Bağlantılar:

-
Katılmak için tıklayın

- Örnek e-posta

- Türk Dil Kurumu
.

11 Eylül, 2007

Pasaj


   "Sinema, genellikle anlaşılması zor, yüksek bir yaratıcılık gerilimi içeren bir özgün sanat biçimidir. Bu, ben anlaşılmak istemiyorum demek değil, ama Spielberg gibi, örneğin genel kitle için bir film yapamam. Eğer yapabileceğimi keşfetseydim acı duyardım.

   Eğer genel bir izleyici kitlesine ulaşmak istiyorsanız, Star Wars ve Superman gibi, sanatla hiç ilgisi olmayan filmler yapmalısınız. Bununla halkın aptal olduğunu söylemek istemiyorum, ama onları memnun etmek için de kesinlikle böyle bir ıstıraba katlanamam.

   Sinema, insanlığa hiçbir şey öğretemez, çünkü insanlık, hiçbir şey öğrenemeyeceğini, son dört bin yılda yeteri kadar ispatlamıştır."     


                                                                                                                                                             Mühürlenmiş Zaman - Andrey Tarkovski    
                                                                                                                                                       Çeviri: Füsun Ant

10 Eylül, 2007

Pasaj


   "Ben mutfakta oturuyorum,daha doğrusu şöyle: Mutfağın yanında -önce şunu söylemeliyim,mutfağımız temiz, aydınlık, çok hoş bir yerdir- evet ne diyordum,mutfağın yanında küçük,mütevazi bir oda var...

   Şöyle dersem çok daha iyi olacak: Üç pencereli, oldukça geniş mutfaktan, özel durumlarda kullanılmak üzere tahta perdeyle bir yer ayrılmış. Hayli geniş bir oda bu, penceresi bile var. Anlayacağınız,her çeşit konfora sahip...İşte benim köşem burası. Aklınıza kötü bir şey gelmesin sakın anacığım. Gerçi mutfakta bölme gerisinde oturuyorum ama önemi yok bunun. Hiç değilse biraz uzağım o gürültüden.Karyolamı kurdum, masamı, komodinimi (hepsi iki tane), sandalyelerimi yerleştirdim, duvara bir tasvir astım."    


                                                                                                                                         İnsancıklar - Fyodor Dostoyevski    
                                                                                                                                             Çeviri: Ergin Altay

06 Eylül, 2007

Ağlayan Çayır

 

weeping meadow

  Yunanistan'ın medar-ı iftiharı Theo Angelopoulos'tan üç saatlik bir usta işi. Angelopoulos'un 20. Yüzyıl üçlemesinin, 2004 Altın Ayı adayı ve FIPRESCI ödülü sahibi ilk filmi. Üçlemenin devam filmlerinde de olacağı gibi Yunanistan yakın tarihini mercek altına alan yönetmen, bizi uzun bir yolculuğa çıkarıyor. Savaşın ve dolayısıyla yurtlarından göçenlerin filmi Ağlayan Çayır. 

   Film üç saat boyunca,bir şiir hafifliğinde sürüp gidiyor. Masalsı anlatımında en ufak bir azalma olmuyor. Filmi izleyen birçok kişiden, izlerken sıkıldıkları yönünde cümleler işittim. Ben bunu filmin bazı bölümlerinde hikayenin çok yoğun ve sakin anlatılmasına bağlıyorum. Ama o görüşe kesinlikle katılmıyorum. O cümleleri bir mantıksal önermeye bağlamış olmam, sadece empati kurma maksatlıdır. "Kötü film,çok sıkıcı" girişli ve "uyuyakaldık filmin sonunda vallahi" gelişimindeki cümleleri sahiplerine iade ediyor ve onlara "Matrix" , "Yüzüklerin Efendisi" gibi filmleri hediye ediyorum. Sıkılmamaları için... Hele bir sahnedeki "işte ölü nefes alıyor bak,karnı kıpırdıyor" , seviyesindeki eleştiriler için yorum yapmak gereksiz olsa gerek. Sinema nedir, neden yapılır sorularına bu kişilerden yanıt almak için, önce onların en baştan sanat nedir, neden yapılır, insanların sanattan feyzalmaları için neler yapmaları gerekir sorularına kendi içlerinde cevap verebilir duruma gelmeleri gerekiyor. 

   Kendinizi vererek izlerseniz Eleni Karaindrou'nun muhteşem müzikleri eşliğinde film sizi sıkmak yerine kendine bağlayacaktır. Gerçi Angelopoulos'un bir filmi için "bakın kendinizi vererek izleyin, olacaktır, yapabilirsiniz, hadi sıkın kendinizi alışacaksınız" şeklinde yorumlar yapmak da nasıl bir ahmaklıktır, o da ayrı bir tartışma konusu. Özellikle köye geri dönüş ve selden sonra insanların köyden kaçışı esnasındaki kayıkların nehir üzerinde oluşturduğu, hikayeye vurucu etki yapan görüntüleri etkileyici. Usta bu üçlemeyi tamamladığında, elimizin altında sinema adına yapılmış iyi işlerden birinin elimizin altında olacağına bütün kalbimle inanıyorum.

   Ağlayan Çayır'ı bu sene içinde Milliyet Sanat dergisi okurlarına vermişti. Filme ulaşamayanlar Milliyet Sanat'ın eski sayılarına bir şekilde ulaşabilirlerse, filmi de edinebilirler. Nasıl ulaşacakları hakkında ise bir fikrim yok.

   Yazıyı ustanın geçen sene İstanbul'a geldiğinde Radikal gazetesine verdiği mülakatta söylediği, benim de aynen katıldığım,sinemanın (belki de daha fazla şeyin) şu anki durumunu özetleyen cümleleriyle bitireceğim.


Röportör: "Avrupa'da sizin kuşağınız sinemacılarının azımsanmayacak kısmı politik duyarlılıklara sahipti ve sinemaya da politik yaklaşıyordu. Bugünkü yeni nesil yönetmenlerin neredeyse tamamı ise kişisel hikâyeler anlatmayı tercih ediyor. Bu değişimin nedeni sizce nedir?"


Angelopoulos: "Eskiden politika dışımızda olan bir şey değildi. Politikanın içinde yaşıyorduk, politikaya inanıyorduk. Genç insanlar politikaya inanmıyor ve bu da doğal aslında, çünkü politikanın kendisi bile artık politikaya inanmıyor, politikacılar bile politikaya inanmıyor. Ama yarın farklı bir önerme olacağını hayal etmek gerekiyor. "


Röportör: "Genç insanların da inanabileceği, seveceği, oradan yola çıkarak değiştirmeyi deneyecekleri bir yeni, başka bir önerme gerekiyor. Bu, genç sinemacılar için de mi geçerli?"


Angelopoulos: "Öyle olduğunu düşünüyorum. Bildiğiniz gibi sinema, toplumlarımızın bir yansımasıdır. Kötü bir dönemi, mesela bir diktatörlüğü ele alalım. Bizim ülkemizde diktatörlük vardı ve bu dönemde insanlar diktatörlüğün düşeceğine ve daha sonra farklı bir dönem yaşanacağına inanıyordu. Bu dönemde Yunanistan'da çok iyi filmler yapıldı. Şimdi diktatörlük yok, tamamen nötr, tamamen tatsız bir demokrasi var. Aslında gerçek bir demokrasi değil. Bunu bulmak lazım. Bir yeni ütopya bile olsa. Kanımca dünya küçük ya da büyük ütopyalar olduğu zamanlarda ilerlemiştir."


İlgili Bağlantılar:

- IMDB

- Biyografi: Angelopoulos

- FIPRESCI

- Eleni Karaindrou

.

28 Ağustos, 2007

Kederleniyorum


Bir Üsküdar balkonunda guruba karşı demlenir gibi
bir akşamüstü, Laypzig'te, tramvay durağında
tadını çıkara çıkara, yudum yudum
kederleniyorum.

 

                                          Nazım Hikmet Ran

 

19 Temmuz, 2007

Käthe Kollwitz

 

kollwitz

  Eserlerinin bütünüyle ilgili fikir sahibi olmadan sanatçıların hayat hikayelerini okumak hep sıkıcı gelmiştir bana. Uzun uzun okursunuz. Ama herkes gibidir işte o da, muhtemelen sizden benden biraz daha fazla sıkıntı çekmiştir. Rutin bir yaşamın belki biraz daha dışına çıkan ama çoğu zaman şu cümlelerle sürüp giden öz geçmişler: xxxx yılında doğdu, ailesi maddi anlamda büyük sıkıntılarla karşı karşıyaydı, henüz çocukluğunda farklı kişiliğiyle ön plana çıktı, yeteneği şu yaşta fark edildi, vesaire vesaire... Bu siteye, kişilerin hayat hikayeleriyle ilgili uzun notlar bırakmayacağım.

   İşte resimdeki kadın Käthe Kollwitz. Alman ressam, heykeltraş. Nazi dönemi Almanya'sında zorluklar yaşayan Käthe Kollwitz eserlerinde tema olarak sefalet ve savaşın önemli bir yeri vardır. Çocuğu ve eşinin ölümünü de yaşayan Kollwitz, eserlerinde çocuk ya da anne-çocuk temasını sıklıkla kullanmıştır. Otoportreleri de eserlerinin arasında önemli yere sahiptir.

   1945 yılında 2. Dünya Savaşı bitmeden hemen önce ölen Kollwitz tarihteki önemli sanatçılar arasında yerini almıştır.

   Aşağıdaki bağlantılarda onun çok güçlü eserlerini görebilirsiniz. Sizi etkileyeceklerdir.


  Bağlantılar:

- Çizimleri

- Käthe Kollwitz Museum Berlin

- Käthe Kollwitz Museum Köln

- Wikipedia'da Kollwitz

- Hayatındaki Dönüm Noktaları
.

16 Temmuz, 2007

Öldürme Üzerine Kısa Bir Film


16144 Masamın üzerindeki her şeyi çöpe yollarken elime bir cd geçti. 'Öldürme Üzerine Kısa Bir Film' yazıyordu üzerinde. Büyük usta Kieslowski'nin, “sinema nedir”? sorusuna 1988 yılındaki muazzam cevabı. 10 Emir'den yola çıkılan Dekalog serisinin uzun metraj olarak çekilen iki filminden biri Öldürme Üzerine Kısa Bir Film. 'Thou shalt not kill' -öldürmeyeceksin- emrini konu alıyor. Piyasadaki ismiyle 'A short Film About Killing', orijinali 'Krótki film o zabijaniu'. Diğer uzun metrajlı film ise 'Aşk Üzerine Kısa Bir Film'. 

   Tekrar izledim bugün bu filmi. The Guardian'ın yorumu* solda. Katılmamak elde değil. Bence o afişteki gibi "Director Of The Three Colours Trilogy"’ nin değil Dekalog'un yönetmeni. Ancak bu yazı film hakkında kısa bir açıklamadan ibaret olduğu için, yönetmenini övmeyi bir kenara bırakıyorum. Onu övmeye başlarsam kendimi durduramayacağımdan korkuyorum, onu da belirtmeliyim.  

   Film öldürme ile ilgili evet, sadece onunla ilgili. Nedensiz, sorgusuz, sualsiz, amacının çok önemli olmadığı cinayetlerle ilgili. Bireyin ve bireyi kontrol eden mekanizmanın, birbirinden ne eksiği ne de fazlası olan cinayetleri. Suç ve cezanın terazideki dengesi... (Buradaki cinayetlerden ikincisinde Foucault'un 'Hapishanenin Doğuşu'na atfedilen bir şeyler var mı emin değilim. Böyle bir şey okumadım, belki bir düzmecedir benden size hediye.)

    Filmin vurucu unsurlarından biri olan,film boyunca belki sizi rahatsız edecek,belki de anlatılan kirli dünyayı beyninize mıhlayacak olan, görüntü filtrelerinin fikir babası Slawomir Idziak, bu eserin muhtemelen ikinci önemli adamı. Kullanılan filtreler izleyiciyi filmin karanlık havasına başlangıçta hapsediyor. Filmdeki 10 dakikaya yakın süren vahşet sahnesi olmasaydı,hatta öldürme eylemi bile gerçekleşmeseydi,izleyici rahatsız olacaktı o kesin. Her ne kadar 2007'de Harry Potter and the Order of the Phoenix garabetine de el atmış olsa bile Idziak'a saygımız sonsuz.

   Idziak'a ikinci adam derken Preisner'e haksızlık mı yaptık bilmiyorum. Mr. Van den budenmayer. Zbigniew Preisner'in yaptığı en vurucu müzikler bunlar belki de. Sadece bu film için değil ama genel olarak Dekalog serisi için yarattığı eserler sizi -istemeseniz bile- belli bir hissiyata kanalize ediyor. Preisner 'in müziği ile ilgili fikir sahibi olmak için 'Preisner's Music' albümüyle işe başlamak akılcı olabilir.

   Başroldeki Miroslaw Baka ise,sizi film boyu rahatsız hissettirmek için özenle seçilmiş unsurlardan bir diğeri. 'Jacek' karakteri onun için yazılmış gibi. Daha iyisi olamazdı.

   Filmi dvd formatında almanızı ya da kiralamanızı tavsiye ediyorum. Filmle birlikte dvd içindeki ekstraları da mutlaka izleyin. Sizin bu filmin derinliğini anlamanıza çok yardımcı olacak ipuçları bulacaksınız. Orada da dendiği gibi bu filmde L'etranger'i bulacaksınız. Albert Camus'u, Yabancı'yı.

*He has never made a better film than this...pure cinema of the highest order.


  Bağlantılar:

-
IMDB

-
Biyografi: Kieslowski

-
Wikipedia: 10 emir.

-
Wikipedia: Dekalog

.

15 Temmuz, 2007

Kutsal Sözlerle Giriş


   "Bu notlar da, bunların yazarı da besbelli hayal ürünüdür. Bununla birlikte, toplumumuzun durumunu, yapısını göz önüne alacak olursak, bu notların yazarı gibi kişilerin aramızda bulunmasının yalnızca mümkün değil, aynı zamanda zorunlu olduğunu kabul ederiz.

   Benim bütün isteğim, pek yakın bir zaman öncesinin tiplerinden birini herkesin gözleri önüne daha açık olarak sermektir.

   Bu tip, henüz tükenmemiş kuşağın bir temsilcisidir. "Yeraltı" adını verdiğimiz bölümde bu kişi kendisini, düşüncelerini açıklamakta; sanki bununla toplumumuzda niçin bulunduğunu, bulunmasının neden kaçınılmaz olduğunu söylemek istemektedir."
      

                                                                               Yeraltından Notlar - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski     
                                                                               Çeviri: Mehmet Özgül

.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Web Analytics