Bir kitapçıya gidin ve romanların olduğu bölümün, üzerinde 'yabancı' etiketi bulunan raflarının önünde dikilin. Muhtemelen orta raflardan birinde Dostoyevski'nin romanlarının yanyana dizildiğini göreceksiniz. İlk gözünüze çarpacaklar: Karamazov Kardeşler, Suç ve Ceza, Budala, İnsancıklar... Biraz daha dikkatle incelerseniz Kumarbaz, Cinler, Beyaz Geceler, Delikanlı, Ölüler Evinden Anılar ve birkaç kitabı daha göreceksiniz.
Şimdi elinize İnsancıklar'ı alın. Elinizde hangi yayınevinin kitabı olursa olsun muhtemelen arka kapağında şunlar yazıyor:
"... Belinski onu övgülere boğdu, şair Nekrasov "Yeni bir Gogol doğdu" diye haykırdı."
Şimdi de yukarıda saydığım kitaplardan herhangi birini ya da bir başka Dostoyevski kitabını elinize alın ve eğer ön sözden önce yazarın hayatının özetlendiği bir bölüm varsa orayı okuyun. Yine yazının içinde bir yerde kuvvetle muhtemel şu cümleyle karşılacaksınız:
"... Belinski onu övgülere boğdu, şair Nekrasov "Yeni bir Gogol doğdu" diye haykırdı."
Yalnız dikkat edin, Belinski övgüye boğar, Nekrasov ise haykırır. Bu insanlar yaşamları boyunca başka bir konuya ilgi duymamışlardır. Belinski ve Nekrasov'un tüm uğraşları Dostoyevski'yi övgüye boğmaktan ibarettir.
Şaşırmadım. 'Dostoyevski: Daha 1000 yıl okunacak' dosyasıyla piyasaya sürülen iki aylık edebiyat dergisi Notos’un 15. sayısının (Nisan-Mayıs) Dostoyevski ile ilgili olan ilk yazısının giriş cümleleri de bu şekilde. Belinski'nin coşkulu övgülerinden söz ediliyor İnsancıklar'ın yayımlanmasından sonraki dönemde. Bu yazı René Wellek'e ait.
Aslında Notos'un 'Dostoyevski dosyası' olarak tanımladığı bu çalışmayı bir Dostoyevski sayısı olarak ele almamız mümkün olsa da, detaylı bir Dostoyevski dosyası hazırlandığını söylemek pek olası gözükmüyor. Buradaki vurgu, detaylı kelimesinden çok 'dosya' kelimesindedir. Sayıyı hazırlayan ekip, editöryel bir anlayışla ana bir yazının etrafında başka yazılarla bu yazıyı beslemek yerine, Dostoyevski ile ilgili çeşitli zamanlarda yazılmış yazıların çevirilerini (ve birkaç orijinal Türkçe kritikle beraber) art arda koymak suretiyle bir sayı hazırlamış. Sırasıyla bu yazıların sahipleri: René Wellek, D.H. Lawrence, Demir Özlü, Irwing Howe, Sabri Gürses, Georg Lukács, A. Ömer Türkeş, Marcel Weinreich. Bunların yanında Nikolay Berdyaev, André Gide, Henri Troyat gibi önemli yazarlardan da, diğerlerine nispeten daha kısa pasajlarla alıntılar yapılmış. Son olarak Dostoyevski'nin Çam Ağacı ve Düğün isimli öyküsü Sabri Gürses çevirisiyleyer alıyor.
İlk yazının giriş cümlelerinin Belinski'den alıntı olmasına şaşırmama rağmen, bunu seçimin René Wellek şeklinde yapılmasından doğan bir tesadüf olmasına yorabiliriz. Ancak Dostoyevski sayısının, bir sürü çevirinin arka arkaya dizilmesiyle oluşturulmasını yadırgadım ve fakat bunun nedeniyle ilgili bir tespit yapamadım Belinski örneğinde olduğu gibi. Kısa zamanda oldukça fazla sayıda okuyucuya ulaşan bu derginin çok daha iyisini yapabileceğini düşünmüştüm bir arkadaşımın bu sayıdan beni haberdar etmesinden sonra.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; yazarla ilgili doğru ve tatminkar tespitlerin yapıldığı, eserleriyle ilgili farklı bakış açılarından önemli yazıları bir arada bulunduran gayet doyurucu bir sayı olmuş Notos'un on beşinci sayısı. Kitaplığınızın bir köşesinde bu sayı için yer ayırmak doğru bir hareket olacaktır; hakkını yemek istemem bu açıdan bakınca. Eleştirimin dayanak noktası, Semih Gümüş'ün ön sözde dillendirdiği "Notos'un bu sayısı da 25 yıl okunabilir" cümlesidir. Derginin ihtiva ettiği yazılar yirmi beş yıl okunabilir. Hatta bunun mütevazi bir tahmin olduğunu söylemeliyim, beklenir ki Dostoyevski zihnen yaşadıkça -sonsuza kadar- bu yazılardan bazıları değerini koruyacaktır. Ancak bu konuda Notos'un katkısı nedir, hangi noktadadır, bu konuda şüphelerim var. Herhangi bir derginin bir sayısını Dostoyevski'ye adayıp böyle yazıları bize ulaştırması, en azından aralarında başka yerde bulabileceğiniz yazılar olsa bile bunları bir araya getirip basılı bir şekilde elinizde bulunma imkanını size sağlaması az bir şey midir? Kesinlikle hayır! Böyle bir sayı için Notos'a teşekkür ederim. Ancak bu çeviriler ve birkaç yeni yazı bu sayının yirmi beş yıl okunmasını iddia edecek (muhtemelen okunacaktır) ve bundan paye çıkartmayı sağlayacak kadar önemli midir? Belki de önemlidir.
İçerikle ilgili birkaç kelam daha edecek olursam, daha önce de İngilizcesini okuduğum D.H. Lawrence ve Irwing Howe'nin yazılarını çok önemli buluyorum. "Dostoyevski'de her zaman olduğu gibi, şaşırtıcı bir keskin zeka itici bir sapkınlıkla iç içe geçmiştir. Ahlak temelinde şeytana gösterdiği düşmanca tutum yine ona beslediği gizli hayranlıkla karışmıştır. Hep sapkın. hep katışık, hep şeytani bir düşünür ve hep olağanüstü bir vizyoner olmuştur Dostoyevski" diyen Lawrence'nin Dostoyevski'nin sapkınlığını "insanları yönetmeyi üstlenen bu çok yaşlı bilge kişiyi Büyük Engizisyoncu yapması"nda anlamlandırması önemli bir nokta.
Ayrıca Georg Lukács'ın yazısındaki Dostoyevski'nin karakterlerindeki -somut, gerçek- ümitsizlik ile batılı gösterişçi ve sahte umutsuzluk arasındaki farkın çok güzel izah edildiği bölüm haricinde; Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler'in devamı olarak tasarladığı şeylerin içinde Alyoşa'nın "önce bir süreliğine ateist, daha sonra inançlı, ardından dindar ve bağnaz ve en sonunda yeniden ateist" olacağının belirtildiği bölüm ilk bakışta ilgimi çeken noktalardandı.
Öteki olarak bilinen Dostoyevski romanıyla ilgili olan Sabri Gürses yazısı belki de en çok ilgimi çeken noktaydı dergideki. Gürses, bu romanının isminin Türkçeye neden "öteki" olarak çevrildiğine anlam verememesiyle ilgili olarak ele aldığı bu yazıda önerdiği "İkiz" karşılığıyla paralel olarak bu romanla ilgili kısa bir inceleme ele almış ve ilgili çekici bir yazı yazmış. Ayrıca yazının bir noktasında İkiz'i Quake, Doom, Half-Life gibi oyunlarla ilgili birkaç noktayla ilişkilendirmesi de gülümsetti beni.
"Nekrasov'un cenaze töreni ve Dostoyevski'nin konuşması" (Korolenko) isimli yazının ise havada kaldığını düşünüyorum. Konmasa da olacak türden bir yazıymış bu sayıya.
Benim de daha önce bir yazımda (Dostoyevski'nin Mektupları) değindiğim mektuplardan da bir iki örnek konmuş dergiye. Daha önce de bahsettiğim gibi son olarak da "Çam Ağacı ve Düğün" isimli bir Dostoyevski öyküsünü içeriyor bu sayı.
Yakınlarınıza duyabileceğiniz bağlılığın en uç noktaları neyse, ben çok daha fazlasını hissettim Dostoyevski'ye karşı hep. Tam ergenlik çağında onunla tanıştım ve bütün hayatım değişti. Bu kadar basit. Tamamen farklı bir yönelime sahip olmamı sağlayan bu adamla ilgili takıntılarımı burada ortaya dökmek istemiyorum ancak şunu söyleyebilirim: Babanıza manen ne kadar bağlı ve onu ne kadar çok seviyorsanız, benim de fikren öyle bir bağlılığım ve sevgim var Dostoyevski'ye karşı. Onunla ilgili elime geçen hemen her şeyi okudum diyebilirim defalarca. Onun için bir değil, bin yazabileceğim bu adamla ilgili yazıyı burada noktalamazsam kontrolden çıkacağımı farkedip kesiyorum.
Ayrıca Notos'un Dostoyevski özel sayısının giriş paragrafında şu cümelelere yer vermesini ise komik buldum: "Belki aynı zamanda bir deha olan Dostoyevski...".
Her açıdan komik, bir değil.
Bağlantılar:
Furkan,
YanıtlaSilBunu hep yapıyorsun! Şimdi de dayanamayıp, "İnsancıklar"ı yeniden okumaya başladım. Başımı bile eğemiyorum üstelik gripten...
Geçmiş olsun, bırak lütfen defteri kitabı, iki tane aklıevvelin atışmasını okuyacak zaman mı bu?
YanıtlaSilVakit tam camın karşısına oturup kahve, ıhlamur vs. içerken hayal kuracak vakit. Hatta bir komşu bulup insancıklardan biri ol bence. :)
(Tylol iç tylol)
Tylol içmedim. Ama şey yaptım. Yeşil çay demledim...Hem de *** yulaflı bisküvi bandırdım bardağıma:) Sonra Dosto'yu düşündüm yine de, boşveremedim. "Öyle biri hiç yaşamasaydı, dünya nasıl bi yer olurdu ki" diye düşünmedim tabii, uyudum sonra, iyileştim:)
YanıtlaSil:)) Harika. Havanın düzelmesi de aynı vakitlere denk geldi sanırım.
YanıtlaSil