.
Geçen ay, Cs Digital Media tarafından Rijksmuseum’un sponsoru KPN için Rembrandt içerikli harikulade bir dijital çalışma yayımladı.
Söz konusu çalışmalardan bazılarını firmanın sayfasından izleyebilirsiniz.
.
Birkaç gün önce kendisi için yapılan yürüyüşte ölen matematik öğretmeninin bazı öğrencileri, öğretmenlerinin önerdiği okuma listesini çeşitli sitelerde paylaştılar. İyi bir liste olduğunu düşünüyorum; en azından ilk iki sırasına dokunmayacağıma eminim.
Lezzetli bir şeyler yiyip içtikten, kaliteli müzikler dinleyip iyi kitaplar okuduktan; tüm bunlardan önemlisi yiyeceğin, müziğin, resmin kaliteli olup olmadığını ayırt edecek kadar kavrayışını geliştirdikten sonra, refah içinde yaşayamamanın yahut genç ölmenin çok da üzücü olmadığını sanıyorum.
.
Merhaba, ben Haydar.
Uzun zamandır herhangi bir gönderi ekleyemediğimin farkındayım, üzgünüm. Bir daha bu uzunlukta bir aralık olmayacağını umuyorum. ‘Umuyorum’ tabirini kullanmamın sebebi benim olduğum gibi A Propos of the Wet Snow’un da yaşlanmaya başlaması sanırım. Ben otuz yaşına ulaştım bu blog da sekiz yaşına bastı. (Bundan sonraki herhangi bir gönderide yaşımdan bahsedersem, ‘ulaşmak’ kelimesini kullanmayacağıma neredeyse eminim. Otuz yaşından sonra yaşamayı marifet sayacak değilim, bence siz de saymayın.)
Dolayısıyla daha yavaş hareket ediyorum, aynen bu weblog gibi. Yine de bu aranın gereğinden fazla olduğunun farkındayım.
Okuma, dinleme ve benzeri diğer aktivitelerin çoğu kişi için hareket halinde yapılan etkinlikler haline gelmesini mobil cihazların kullanım yaygınlığına bağlayabileceğimizi düşünüyorum. Ben de, dikkatimi çeken yazıları Pocket’a göndererek, izleyeceğim videonun ‘Daha Sonra İzle’ butonuna tıklayarak, dinlemek istediğim bir albümü Spotify’a kaydederek boş anlarımı telefona bakarak geçirmeyi alışkanlık haline getirmiş durumdayım.
Bundan sonra, bu kayıtlardan bazılarını A Propos of the Wet Snow’da paylaşarak yazı gönderemediğim zamanları telafi etmeye çalışacağım.
İlgili Gönderiler:
- Monolog
Doksan altı yıl önce doğan (14 Temmuz) büyük yönetmen Ingmar Bergman’a Stanley Kubrick tarafından gönderilen mektubun Türkçesini, Letters of Note’un birkaç yıl önceki bir gönderisinden çevirerek yayımlıyorum.
Sayın Bergman,
Kuşkusuz, tüm dünyada bu notu önemsiz hale getirecek kadar övgü ve başarı yakaladınız. Bunu söylememin bir değeri var mı bilmiyorum ama, yönetmen bir meslektaşınız olarak dünyaya filmlerinizle yaptığınız olağanüstü ve harikulade katkılarınızdan dolayı övgülerimi ve şükranlarımı sunuyorum (İsveç’e hiç gitmedim bu yüzden tiyatro oyunlarınızı izleme zevkini hiç yaşayamadım). Yaşam vizyonunuz beni daha önce hiçbir filmin etkilemediği kadar derinden etkiledi. Sizin, şu anda iş başında olan en büyük film yapımcısı olduğunuzu düşünüyorum. Bunun da ötesinde, atmosfer ve ruh hali yaratma, icranın inceliği, mutlak olandan kaçınma ve karakterize etmedeki samimiyetiniz ve eksiksizliğiniz ile emsalsiz olduğunuzu söylememe izin verin. Bunlara bir de film yapımındaki tüm ögeleri eklemem gerekiyor. Muhteşem aktörlerle kutsandığınızı düşünüyorum. Max von Sydow ve Ingrid Thulin hafızamda canlı bir şekilde yer ediniyor ve oyuncu topluluğunuzda isimleri aklımda olmayan birçok kişi daha var. Size ve hepsine büyük şans diliyorum, ve her filminizi sabırsızlıkla bekliyorum.
Saygılarımla
Stanley Kubrick
Bu sabah The Criterion Collection’ın Facebook hesabından Cumartesi sabahı güzellemesi olarak aşağıdaki fotoğraf paylaşıldı. (Yazıyı okumaya başlamadan önce aşağıda paylaşacağım tüm dahiyane fikirlere gönülden katıldığımı söylemekle birlikte Criterion’ın gönderisinin yersiz olduğunu düşündüğümü ve Cumartesi yahut Pazar sabahı sevgilinizle sevişmenin Bresson ya da Tarkovski’nin sinema üzerine fikirlerini okumaktan daha heyecan verici olacağını söylemeliyim. En azından bu gönderiyi okumayı Pazartesi’ye bırakılabileceğinizi düşünüyorum.)
Büyük yönetmen Robert Bresson, bağlantılar kısmında adresini bulabileceğiniz ve benim de başka bir gönderide Türkçeye çevirip değineceğim röportajından alınmış ve Criterion’ın fotoğrafı üzerine not edilmiş bu cümlesinde “İnsanların bir filmi anlamadan önce hissetmelerini yeğlerim” diyordu.
Bu cümleyi okuyunca daha önce de paylaştığım bir mektup aklıma geldi. Bir işçi kadın, Andrey Tarkovski’nin Ayna (Zerkalo) filmini izledikten sonra hissettiklerini Tarkovski’ye bir mektup vasıtasıyla anlatıyordu. Kadının cümlelerini paylaşmadan önce, Tarkovski’nin bu mektubu Ayna’nın gösteriminden sonra film eleştirmenlerinin onlarca yorum yapıp çözmeye çalıştıkları filminin, bu işçi kadın tarafından nasıl tamamıyla ve sadelikle anlaşıldığının bir kanıtı olarak belirttiğini hatırlatmalıyım.
"Filminizi bir hafta içinde tam dört kez seyrettim. Sinemaya gitmekteki tek amacım, filmi seyretmek değildi. Birkaç saat olsun gerçekten yaşamak, hayatı, gerçek sanatçılar ve insanlarla paylaşmaktı isteğim... Her şeyi; bana acı veren, eksikliğini duyduğum, özlemini çektiğim her şeyi, beni bunaltan veya sevindiren, beni mahveden ya da bana yaşama gücü veren her şeyi filminizdeki bir aynadan izledim. Benim için ilk kez bir film gerçekliğin ta kendisi olmuştu. İşte tam da bu yüzden gidip gidip filmi seyrediyorum, çünkü onunla ve onda yaşamak istiyorum. "
Aşağıdaki fotoğrafı çeşitli sosyal platformlarda görmüş olma ihtimaliniz oldukça yüksek.
Bu fotoğraf yukarıdaki mektupta bahis mevzusu olan Ayna filminin bir sahnesinden ibaret. Andrey Tarkovski Mühürlenmiş Zaman isimli kitabında hissetmek konusu üzerinde insanlardan beklentisine karşılık yönetmenin bakış açısının nasıl olması gerektiğini dair fikirlerini (neredeyse Bresson’a cevap niteliği taşıdığını söyleyebileceğimiz bir şekilde) bu sahneyi kullanarak şu cümlelerle açıklıyor:
“…örneğin Ayna’daki kadın kahramanızımla Anatoli Solonizin tarafından canlandırılan meçhul adamın karşılaştığı sahnede, görünürde tesadüfen karşılaşan bu iki insan arasındaki bağı, adam görüntüden çıktıktan sonra da sürdürüp işlemek bizim açımızdan çok önemliydi. Bu adam giderken kadın kahramanımıza dönüp ‘anlamlı’ bir bakış fırlatsa her şey fazlasıyla belirgin tek boyutlu olur, yanlış bir anlam kazanırdı. Aklımıza tarladaki rüzgar sahnesi böyle geldi. Rüzgar o kadar ani çıkar ki meçhul adamın dikkatini çeker, onu o yöne bakmaya zorlar… Böyle durumlarda kimse yaratıcının elindeki kozları göremez, somut bir maksat peşinde olduğunu kimse kanıtlayamaz.
Seyirci, yönetmenin şu ya da bu yöntemi kullanmasına yol açan sebepleri bilmediği sürece perdede yansıtılan olayların, gözlemlerini perdeye aksettirerek yeniden üreten sanatçının ‘gözlemlediği’ hayatın gerçekliğine inanmaya hazırdır. Buna karşılık seyirci, yönetmenin amacını sezip o anda seyrettiği ‘anlatım’ eyleminin sanatçının neden gerçekleştirdiğini anlarsa, o zaman perdede gösterilen olaylara duygusal olarak katılmaktan hemen vazgeçer. Bunun yerine, tasarıyı ve onun nasıl gerçekleştirildiğini değerlendirmeye başlar. Kısacası, Mars’ın ünlü yayı gene döşekten dışarı fırlar; düşünce ve amaç fazla belirgindir çünkü.”
Bağlantılar:
.
Geçen hafta Quora’ya düşen “Haksız yere suçlanmak nasıl bir şey” başlıklı bir bir soruya cevap verenlerden biri de Michael Morton isimli bir adamdı. Michael Morton’ın karısını öldürmek suçundan yirmi beş yıl cezaevinde kaldıktan sonra birkaç yıl önce serbest bırakıldığı ve kendisini kurtaracak delilleri saklayan savcıyı affettiği birçok yayın organında haber konusu edilmişti. Ayrıca CNN’de kendisiyle yapılan bir röportaj ve taraflarla yapılan görüşmeler kısa bir dokümanter haline getirilmişti.
12 Ağustos 1986’da, karısı evde saldırıya uğrayıp öldürülen Michael Morton, o anda işyerinde olmasına rağmen bu suçun faili olarak belirlenmiş ve yirmi beş yıl hapiste yatmıştı. Komşuları olay anında yeşil bir aracın evin arka tarafına park ettiğini söylemiş, cinayet mahalinin civarında üzerinde kan lekesi bulunan bir bandana ele geçirilmiş ve oğluna sorularak babasının o an evde bulunmadığı anlaşılmış olmasına rağmen bu kanıtların hiçbiri dava dosyasına girmemişti. (Bu kanıtların kullanılmaması Morton özgürlüğüne kavuştuktan sonra dönemin savcısının hapse girmesini sağladı.)
Yıllar sonra sanık avukatları kan lekeli bandanayı DNA testine sokmayı başarmış ve bandananın üzerinde Michael Morton’ın karısı Christine Morton’ın ve Mark Norwood isimli diğer bir adamın kanı bulunmuştu. Ayrca Norwood’un Christine Morton’dan sonra bir başka kadını daha öldürdüğü anlaşıldı.
Michael Morton yirmi beş yıl sonra Ekim, 2011’de serbest bırakıldı.
Aşağıdaki metin, Michael Morton’ın Quora’da “Haksız Yere Suçlanmak” içerikli soruya gönderdiği cevaptır.
What is it like to be wrongly convicted?
I was wrongly convicted of murdering my wife. I recall that first night in jail. It was not unlike being punched in the face. I was stunned, numb, and not sure of what lay before me. All personal control had been yanked away. What I wore, what I ate, where I slept, and where I could not go were all dictated by the State. In that situation, the absolute power of government becomes blatant, coercive, Orwellian.
The first few months of prison life are about adaptation. It's a different society, a subculture of power -- physical, emotional, and spiritual. There are simple rules. Obey and internalize those rules and you'll get by.
As the years pile up, feigned apathy becomes your outward mask. But on the inside, anger and bitterness consume you. Revenge occupies your so-called free moments. At other odd times, you fantasize about living a normal life…or escaping to a tropical paradise…or dying in prison. You imagine building houses, establishing relationships with the opposite sex, or burning down the houses and the relationships of your enemies.
But as the decades accrue, an acceptance and an understanding of life creep in. If you're lucky, you become calmer, more relaxed, more sure. You see the value of faith, hope, and of course, love. You come to appreciate pure things, like the behavior of animals and the joy of small children. It sounds cliche and almost banal, but time wears a man down.
In the end, if you are lucky, you see that our trials are what improve us. And if you are very lucky and somewhat insightful, you see that whatever your trial has been, it is exactly what you needed. Our trials make us who we are.
Bağlantılar:
- Quora: What is it like to be wrongly convicted?
- Innocent Man: How inmate Michael Morton lost 25 years of his life
- An Unreal Dream: The Michael Morton Story
.
İlgili Gönderiler:
- Nina
(O kıza…)
Küçük, pembe, mavi yastıklı kompartımandı
Yola çıkacağız bu kış.
Çılgın öpücükler yuvalanacak her yanda.
İkimiz rahat, başıboş.
Akşamın gölgeleri sarkınca pencereden,
O kurtların yüzünü,
Ve o kara şeytanları görmemek için, sen
Yumacaksın gözünü.
Yanağın kaşınacak. N’oldu, böcek mi sokmuş?
Yoo… çılgın bir örümcek gibi küçük bir öpüş
Ensende geziniyor…
Eğip boynunu, bana: “Haydi ara” diyorsun,
-Bu gezgin örümceği aramak, biliyorsun
Tatlı zamanı yiyor…
Kompartımanda – 7 Ekim, 1870
.