27 Şubat, 2012

Dark Side of the Lens


  Videoyu oynatmaya başladığınızda, altı dakikalık olağanüstü bir filmle karşı karşıya kalacağınız aşağıdaki kaydın son dönemde -yeni bir film olmamasına rağmen- gördüğüm en muhteşem işlerden biri olduğunu söyleyebilirim.

  Bir sörf fotoğrafçısı olan Mickey Smith’in kendi ağzından kendi hikayesini anlattığı ve sahiden bir hikayeyi anlatan Dark Side of the Lens’i kaç kez izlediğimin hesabını yapamayacağımı sanıyorum.

  2010 yılında Surfer dergisi tarafından, “Digital Short of  the Year” ödülüne layık görülen Dark Side of the Lens, bir sörf dergisinin değerlendirip ödül vermesi mevzusundan çok öte bir film.

  Filmi burada izledikten sonra ya da direkt olarak Vimeo’ya giderek, HD (yüksek çözünürlük) halini tam ekran olarak izlemenizi öneriyorum ve hatta ısrar ediyorum. Monologun deşifre halini videonun altında bulabilirsiniz.

 

 

  Life on the road is something I was raised to embrace. Me Ma always encouraged us to open our eyes and our hearts to the world, make up our own minds for experience of being inspired. I see life in angles, in lines of perspective, a slight turn of the head, the blink of an eye, subtle glimpses of magic other folk might pass by. Cameras help me translate, interpret and understand what I see. It's a simple act that keeps me grin'n. I never set out to become anything in particular, only to live creatively and push the scope of my experience for adventure, through passion. Still all of it means something to me, same as most anyone with dreams.

  My heart bleeds Celtic blood and I am magnetized to familiar frontiers: broad, brutal, cold coastlines for the right waveriders to challenge. This is where my heart beats hardest. I try to pay tribute to that magic through photographs, weathering the endless storms for rare glimpses of magic each winter is both a bless'n and a curse I relish. I want to see wave ride'n documented the way I see it in my head and the way I feel it in the sea. It's a strange set of skills to begin to acquire. It's only achievable through time spent riding waves, all sorts of waves on all sorts of crafts, means more time learning out in the water. Floating in the sea amongst an ocean swell, you'll always learn something its been a life long classroom teacher of sorts, and hopefully, always will be. Buried beneath headlands, shaping the coast, mind blowing images of empty waves, burn away at me. Solid ocean swells powering through deep cold water.Heavy waves... waves with weight. Coaxed from comfortable routine, ignite the imagination, convey some divine spark. whisper the possibilities, conjure the situations I thrive amongst enough to document.

  We all take knocks in the process: broken backs, drownings, near drownings, hypothermia, dislocations, fractures, frost bite, head wounds, stitches, concussions, broke my arm... and that was just the last couple of years. Still look forward to getting amongst it each Winter though, cold creeping into your core, driving you mad, day after day mumbling to yourself as you hold position and wait for the next set to come. The Dark Side of the Lens - an art form unto yourself not us: silent workhorses of the surfing world. There's no sugary cliche. Most folk don't know who we are, what we do or how we do it... let alone want to pay us for it. I never want to take this for granted, so I try to keep motivations simple, real, positive. If I only scrape out a living, at least it's a living worth scraping. If there's no future in it, this is a present worth remembering. For fires of happiness or waves of gratitude... for everything that brought us to that point in life, to that moment in time to do something worth remembering with a photograph or a scar.

  I feel genuinely lucky to hand on heart to say I love what I do. And I may never be a rich man but if I live long enough, I'll certainly have a tale or two for the nephews. And I dig the thought of that.

- Mickey Smith

 

   Bağlantılar:

- İlgili Yazılar:  12

- Mickey Smith

- Anlatımın deşifresi

24 Şubat, 2012

Sergey Chilikov, Fotoğraf


  Aşağıdaki albüm, Pandora’da seçilmiş çalışmalarının derlendiği bir kitabı ve British Journal of Photography’de de kendisiyle yapılmış bir röportajı bulabileceğiniz (filoloji ve felsefe –philology vs. philosophy- terimlerinin farkını bilmeyen röportörü görmezden gelirseniz kısa ve güzel bir röportaj)  Rus fotoğrafçı Sergey Chilikov’a (d. 1953) ait bazı fotoğrafları içermektedir. Sanatçının ismini daha önce duymamış olsanız bile, aşağıdaki fotoğraflarından birini muhtemelen hatırlayacaksınız.

 

 

 

  Bağlantılar:

- Zeit

- BJP

- MAAM

.

21 Şubat, 2012

Doğaçlama, Brubeck ve Kemancı (Neden Mutlu Değilsiniz?)

 

  Bobby Mcferrin ve Richard Bona’nın doğaçlama kaydından daha çok ilgimi çeken bir doğaçlama kaydı olup olmadığını düşünsem, bir anda verebileceğim tek cevap Dave Brubeck ile ilgili olacaktır.

  Yazının altındaki kayıt oldukça eski ve ünlüdür. Moskova Konservatuvar’ındaki performansının sonunda bir Rus melodisi üzerine doğaçlama yapıp yapamayacağı sorulan Dave Brubeck, Ei Ukhnem (The Song of the Volga Boatmen) üzerine bir doğaçlama yapmaya başlamıştır ve bir süre sonra genç bir adam ona katılmıştır.

  Videoyu izleyince mutlu olacaksınız, buna eminim. Bunun birinci nedeni, caz piyanisti Dave Brubeck’in güzel bir adam olmasıdır. Bazı güzel insanların gülüşleri güzeldir. Bu yüzden çokça düşünmeden, “videoyu izleyince mutlu olacak olmamın ilk sebebi Dave Brubeck’in güzel bir insan olmasıdır” diyebilirsiniz. İkinci neden, harika bir müzik dinleyecek olmanızdır. Üçüncü neden, doğaçlama yapılan bu müziğin doğaçlama katılımcılarla devam ettirilmesidir. Dördüncü ve son neden ise videoda göreceğiniz herkesin mutlu olmasıdır.

  İzleyiciler, sanatçılar, görevliler; hemen hepsi parlak, temiz ve mutludur. Fakat bu videoyu izleyen sizlerin öyle olmadığınızı düşünüyorum, sanıyorum. Sizin, çocuklarınızın, sevgililerinizin, dostlarınızın, annenizin ve babanızın videodaki insanlar kadar temiz, güzel ve mutlu görünmemesinin iki sebebi varsa, bunlardan biri sizin elinizde olmayabilir. Bu ilk sebebi; “o dönem başka bir dönemdir” tespitiyle geçiştirebilirsiniz. “Eskiden insanlar daha mutluymuş” cümlesiyle ifade edebileceğiniz bir açıklama makul görünecektir bu ilk sebep için. Fakat ikinci sebebin sizin elinizde olduğu çok açıktır ve artık maalesef değiştirme imkanınız yoktur. Siz ve aileniz, daha sonraları ‘hayat mücadelesi’ diyerek işin içinden çıkabileceğiniz bir hayatı yaşamışsınızdır, yaşıyorsunuzdur. Bu düşünceye göre, hayatta sevmekten ve sevişmekten, güzel bir içki içmekten ve mutlu bir anı yaşamak için yapılacak fedakarlıklardan, kaybettiğiniz bir insanın mezarında onunla olan anılarınızı hatırlamak için kendinizi zorlamanızdan daha önemli şeyler vardır. Birlik olunca kendinizi güçlü hissetmeniz bir sorun değildir. Sorun, yalnız kalınca kendinizi zayıf hissetmenizdir. Siz, ailenizin bir ferdi, camianızın bir üyesi, iş kolunuzun bir uzantısı ve arkadaş grubunuzun bir üyesisinizdir. Ancak yalnız kaldığınızda –kendinize itiraf etmeseniz de- bir korkaksınızdır. Hayır; okumamış, bir şeyler üzerine düşünmemiş, iyi bir film izlemeyip iyi müzik dinlememiş olmanız mutlu olmanıza ve güzel gülmenize engel değildir. Ancak buna ‘zevkler ve renkler tartışılmaz’ şeklinde bir bahane bulmanız ve kendinizi değiştirmeniz gerektiğine inanmanıza rağmen ölene kadar bunu umursamamış olmanız, güzel gülmenize, mutlu olmanıza ve gözükmenize engeldir.

  ‘Hayat mücadelenize’ devam edin ve üzülmeyin; belki öldükten sonra sizi mutlu edecek bir şeylerle karşılaşırsınız.

 

 

  Bağlantılar:

- Dave Brubeck

- İlgili Yazılar: 1

.

09 Şubat, 2012

Sanat için Harcadığınız Vakit ve Tarkovski Yanılgısı


  “Entel” sözcüğü kullanılarak dalga geçilen bir kişinin üzerine de konuşulduğu bir muhabbete mutlaka ortak olmuşsunuzdur. Bahis mevzusu olan kişiyle alay eden konuşmacı, bu sinir bozucu tasviri çoğunlukla çirkin bir gülümsemeyle devam ettirir. Entel tabiri yakıştırılan kişinin şapkası, sakalı yahut bakışları alay konusu olabilir. Böyle bir konuşmanın içeriğinin olmazsa olmazlarından biri Andrey Tarkovski’dir. Dalga geçilen kişi muhtemelen Tarkovski hayranıdır; öyle değilse bile bu ön kabulle hareket edilerek alay etmeye devam edilebilir.

  Hakkındaki bir paragraflık, üç beş cümlelik bir saptamanın bile utandırıcı olacağı bu şakacı kişiyi, bunun ve diğer hiçbir gönderinin konusu yapmayacağıma dair size söz verebilirim.

  Ancak başka bir konuyu açıklamak için bahsetmekten çekinmeyeceğim bir tipleme var ki bu kişiyi, yukarıda bahsi geçen sinir bozucu (muhtemelen erkek olan) alaycı insanın bir anlamda yansıması olarak görebiliriz.

  Sahiden de Tarkovski’nin birkaç filmini izlemiş olan bu ikinci tipleme ise, Tarkovski’nin eserlerini sıklıkla övmekte, ne önemli bir yönetmen olduğunu fırsat buldukça tekrarlamaktadır ve muhtemelen de Tarkovski’nin önemli bir adam olduğunun farkındadır. İkinci kişinin durumunu, klasik müzik dinlemek isteyen  ancak nereden başlayacağını bilmeyen, klasik müziğin kaliteli bir müzik türü olduğuna emin olan ve fakat tamamen insani ve sıradan nedenlerden dolayı o ana kadar buna zaman ayıramamış kişinin durumuna benzetebiliriz. Muhtemelen ikinci kişi de, müzik dinleyicisi kişinin durumunda olduğu gibi hayatının belirli bir dönemine kadar Tarkovski yahut Bergman izlemeye zaman ayıramamış fakat sabır göstererek çeşitli nedenlerle seçtiği filmlerin başına oturarak birkaç saatini bu aktiviteye ayırmıştır. Müzik dinleyicisi kişiyle ikinci kişinin ayrıldığı nokta ise, samimiyetlerinden ileri gelir. Müzik dinleyicisi, ara ara klasik müzik dinleyerek kendini sınamakta ve neleri sevebileceğini görmektedir. İkinci kişi de seçtiği filmleri izlemiş olmasına rağmen, bu andan itibaren konuyla cesaret ve özgüven dolu açıklamalar yapma hakkını kendinde görmeye başlamıştır.

Andrey Rublev’i yeniden izledim, betimlemelere yeniden hayran kaldım”, "Solyaris tam bir başyapıt”, “Ayna’daki sembollere ve gizli anlamlara dikkat ettin mi? Muhteşem!”

  Fakat ikinci kişi büyük bir yanılgı içindedir. Sanatçısını, yaratıcısını tanımadan, muğlak bazı kalıplar üzerinden hayran kalınan çoğu eser ve çalışmada olduğu gibi, sanatçının kastettiğinin tam tersini anlamıştır. Tarkovski özelinde olduğu gibi, yaşamının gençlik dönemlerinde açık olmayan bazı fikirlere sahip olsa da, sanatçının ölümünden yıllar sonra bu tip yanılgılara sahip olmak, kişinin tamamen zaman harcamaya yönelik bir aktivitede bulunduğunu gösterir.

  Güzel tek değildir. Klasik müziğe zaman ayırmamış bir kişi, sadece yerel-etnik müzikle, cazla, bağımsız müzikle yahut kaliteli herhangi bir melodiyle müzik ihtiyacını karşılıyor olabilir. Sinema için de benzer şeylerin geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Yedinci Mühür’ü izlerken almadığınız bir hazzı Paris’te Gece Yarısı (2011) filmini izlerken alıyor olabilirsiniz. İkinci kişinin yaşadığı sorun ise, zamanını (vaktini) derinlemesine hissetmeyeceği bir sanatsal aktiviteyle “harcıyor” olmasıdır.

  Tarkovski örneğinden ilerlediğimiz için, yine bu örnekten devam edebileceğimi düşünüyorum. Yazının başında da değinilen, Tarkovski ve Tarkovski-semboller ilişkisi, tamamıyla bir yanılgıdan ibarettir. Sanatının şiirsel olarak tanımlanabileceğini söyleyen yönetmen, bir insanın sanata bakışını derinden etkileyebilecek kitabı Mühürlenmiş Zaman’da çokça vurguladığı gibi, sanatın kalbe hitap etmesi gerektiğini söylemiştir. Ona göre sanatta deneyselliğe yer yoktur. Bu yüzdendir ki Picasso’yu deneysel olarak ifade etmiş ve gerçek sanata hiçbir zaman ulaşamadığını düşündüğünü söylemiştir. Yine bu yüzdendir ki Tarkovski filmlerinde sürekli aranan alt metinler, semboller ve göndermeler aslında hiçbir zaman var olmamışlardır. Tarkovski’yi analiz süreci, film içinde karşılaşacağınız ve sembol olduğunu düşündüğünüz göndermelerle değil, sorgusuz sualsiz genel bir izleme ve zevk alma, alabilme meselesiyle bağdaşır.

  Tarkovski filminde ne görüyorsanız, var olan o kadardır. Gördükleriniz bir Tarkovski filmidir; var olduğunu düşündüğünüz semboller değil. Bu yüzden, Tarkovski’den alınan haz, bir kalp ve bir göz aracılığıyla gerçekleştirilir. Dolayısıyla hiç kimsenin, Ayna filminde kadın neden uçuyor diye bir soru sorma hakkı yoktur. Kadın sadece uçmaktadır. Ayna filminin ilk gösteriminden sonra eleştirmenlerin alt metinlere kafayı yorup filmi algılayamamalarının ve fakat temizlikçi bir kadının filmi sadece izleyip, hissettiklerini yönetmene söylemesi ve tam da yönetmenin anlatmak istediği gibi saf bir izleyişten bahsetmesi ve o salonda filmin kendisi için bir şeyler ifade ettiğini düşünen tek insan olması da yine aynı nedendendir.

  Yazıyı, ikinci bölümde bahsettiğim Tarkovski’nin sinemaya bakış açısıyla ilgili birkaç cümleyle, John Gianvito’nun hazırladığı ve Tarkovski’nin söyleşilerinin ana eksenini oluşturduğu Şiirsel Sinema: Andrey Tarkovski kitabından alıntılarla tamamlayacağım.

   Edebiyat ve tiyatrodaki dramatik gelişme ilkesine inanmıyorum. Bence bunun sinemanın özgün doğasıyla hiçbir ilgisi yok… Filmde insanın açıklaması gerekmez, daha ziyade izleyicilerin duygularını doğrudan etkilemesi gerekir. Düşünceleri ileri götüren, bu uyanan duygudur.

  (…) Deneyimlerinden anladım; bir filmdeki görüntülerin dışsal, duygusal kurgusu, yönetmenin kendi hatıralarına, onun kişisel deneyimiyle filmin dokusu arasındaki akrabalığa dayanıyorsa, film onu görenleri etkileyecek güçte oluyor.

  (…) Eiesenstein rahat rahat deney yapabiliyordu, çünkü o sıralarda sinema başlangıç aşamasındaydı, deney de izlenebilecek tek mümkün yoldu. Bugünse, yerleşik sinema gelenekleri dikkate alındığında, artık daha fazla deney yapmamak gerekiyor.  (Kaba taslaklar çizmemeli, eskiz karalamarıyla uğraşmamalı, önemli filmler yaratmalıdır.)

  (…) Gerçek bir sanatçı deney yapmaz ya da aramaz, bulur.

  (…) Bütün sanatlar entelektüeldir, ama bana göre, bütün sanatlar –hepsinden de fazla sinema- her şeyden önce duygusal olmalı ve kalbe hitap etmelidir.

   Bağlantılar:

- İşçi Kadının Tarkovski’ye Mektubu

- Bir Sineastın Portresi

- Tarkovski’ye Birkaç Mektup Daha

.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Web Analytics